kimdir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kimdir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
4 Şubat 2013 Pazartesi

Benjamin Franklin Kimdir?

                                                                                                                                                                       Benjamin Franklin  

 Franklin (d 1706 Boston - ö 1790  Philadelphia)     On yedi çocuklu bir sabun ve mum imalatçısının onuncu oğluydu.

On yaşında okulu bıraktı. 12 yaşındayken basımevi yöneten ve liberal bir gazete yayınlayan ağabeyi William'ın yanına çırak olarak girdi. Basımcılık mesleğini öğrendi ve edebiyat çalışmalarına başladı. 1730'da Philadelphia'da bir basım evi ve gazete kurdu. Poor Richard’s Almanac'ı (Fakir Richard'ın Almanak'ı) yayınlamaya başladı:1732­-1757 yılları arasında yönetmenliğini yaptığı Amanac'da Richard Sounders imzasıyla yazılar yazdı. Siyaset, felsefe, bilim, iş ilişkileri gibi konuların tartışıldığı Junto adlı bir kulüp; kütüphane, hastane ve yangına karşı sigorta şirketi kurdu. Basımevlerini çoğalttı.

Franklin 1736'da Philadelphia meclis sekreteri oldu ve siyasete atıldı. 1750'de Pensilvanya meclisine seçildi, arazi vergisine karşı olan büyük ailelerle mücadele etti. İngiliz Amerikası postalarının genel müdürlüğüne getirildi. Posta servisinde çeşitli düzenlemeler yaptı. Özellikle elektrik olaylarıyla ilgili araştırmalar yapan Franklin, elektrik yüklerindeki artı ve eksi uçlarını keşfetti ve elektriğin korunumu ilkesini ortaya attı. Fırtınalı bir havada uçurtma uçurarak gerçekleştirdiği deneyi sonunda şimşeğin elektriksel bir olay olduğunu keşfetti. Elektrikten etkilenmeleri sebebiyle kendisinin kurtulmasına rağmen iki yardımcısının öldüğü bu deneyden yola çıkarak paratoner'i keşfetti, güneş ışığından daha fazla yararlanmak için saat uygulamasını başlattı.

1757'de Kuzey Amerika Sömürgeler isyanının başlangıcında sömürgelerde yaşayanlar Franklin’i, şikayetlerini Londra'ya iletmekle; 1765'te de damga resmi kanununa karşı itirazları Lord Grenville'e bildirmekle görevlendirdi. 1772'de Massachusetts Valisi Hutchinson'un sömürge halkına karşı hakaretlerle dolu mektuplarını ele geçirerek yayınladı. Sömürge halkı karşısındaki itibarı arttı. Amerikan Kongresine milletvekili seçildi. 1776'da Thomas Jefferson ve John Adams ile birlikte bağımsızlık bildirgesini hazırladı. Eylül 1776'da kongre, ekonomik ve askeri yardım istemek üzere aralarında Franklin'in de bulunduğu üç kişilik bir komisyonu Fransa'ya gönderdi. Franklin, Fransız dışişleri bakanı Charles Gravier ile görüşmelerinde çok başarılı oldu. 1775-1783 Amerikan Bağımsızlık Savaşı sonunda İngiltere ile barış görüşmelerini sürdürmek üzere seçilen diplomatlardan birisi olarak İngiltere'ye gitti. İngiltere ile barış antlaşmasının imzalanmasından sonra 1785'te Amerika'ya döndü. 1787'de Philadelphia Anayasa Kurultayının çalışmalarına katıldı. Bir müddet sonra da öldü.


Kaynak : www.ForumPaylas. 
2 Şubat 2013 Cumartesi

Beydaba nın hayatı, eserleri ve kimdir,


                                             Beydabanın hayatı



Beydeba, (M.Ö. 1. yüzyıl) Milattan Önce 1. yüzyılda yaşamış olan ünlü Hint yazarı. Mehmet Küşteri adlı bir Türk yazarının Şeceret-ül-Beşer adlı eserinde belirttiğine göre Beydeba, M.S. 81'de doğmuştur; musikinin mucidi  olarak bilinir.

Nasihat-El-Külliye   eseri Arapça'ya çevrilmiştir.

 hayatı hakkında yeterli bilgi mevcut değildir. Gerçek ismi ve ırkı üzerine birçok farklı görüş ortaya atılmış olsa da, tarihçilerin çoğu, adı Ketku olan bir Türk alimi olduğu kanısındadır. Bakü’de doğup, sonraları Hindistan’a göç ettiği rivayet edilir. Ölüm yeri ve tarihi üzerine hiçbir bilgi bulunmamaktadır. 

Fabl türünün en önemli eserlerinden biri olan Kelile ve Dimne’yi Depşelem isimli bir Hint Hükümdarı döneminde kaleme almış, eserini hükümdara . sunmuştur. Eserde bulunan hikayelerde siyaset, erdem ve eğitim gibi birçok farklı konu işlenmiştir. Bu eser zalimliği ile tanınan Hükümdar Depşelem’e dolaylı bir nasihat niteliğindedir diyebiliriz.

Eser, adını ilk bölümündeki hikayelerin kahramanı olan iki çakaldan almıştır; “doğruluğu ve dürüstlüğü” simgeleyen "Kelile" ile "yanlışlığı ve yalanı" simgeleyen "Dimne". Beydeba, hiç kuşkusuz, Hint edebiyatında eşsiz bir yere ve öneme sahiptir. Eserlerinden biri de "Bülbül ile Bağcı yada diğer adı ile Kelile ve Dimne"dır.



 Beydaba  


15. yüzyıl  iran el yazması Kelile ve Dimneden.M.Ö. 1 yüzyıl civarında yaşadığı düşünülen Beydeba tarafından kaleme alınan Kelile ve Dimne fabl tarzında hikayeler barındıran bir hikaye kitabıdır.

Beydeba ın yaşadığı zaman hakkında birçok ihtilaf bulunmakta ise de kitabın Depşelem isimli bir Hint hükümdarı zamanında yazıldığı düşünülmektedir. Zira eserin hükümdara sunulduğu ve hükümdara bir tür nasihat niteliğinde olduğu öne sürülmüştür. Fabl türünün ilk ve en önemli örneklerinden olan Kelile ve Dimne`deki hikayeler siyasetten erdeme kadar birçok farklı konuyu ele almıştır. Eser adını ilk bölümündeki bir hikayenin kahramanı olan iki çakaldan almıştır; "doğrunun ve dürüstlüğün" simgesi "Kelile" ile "yanlışın ve yalanın" simgesi "Dimne".

Sanskritçe yazılmış olan eser ilk önce Pehleviceye, sonra Pehleviceden Arapçaya ve daha sonraları Arapçadan Farsçaya çevrilmiştir. Batı dillerine olan tercümeleri bu son Farsça çeviriden yapılmıştır. Edebi otoritelerce, Ezop ve La Fontaine fabllarının, Kelile ve Dimne`den ilham alınarak yazıldığı öne sürülür.

 başka bir kaynaktan Beydeba’nın hayatı;

M.Ö. 1. yüzyılda yaşamış olan ünlü Hint yazarı. Beydeba’nın hayatı hakkında yeterli bilgi mevcut değildir. Gerçek ismi ve ırkı . üzerine birçok farklı görüş ortaya atılmış olsa da, tarihçilerin çoğu, adı Ketku olan bir Türk alimi olduğu kanısındadır. Bakü’de doğup, sonraları Hindistan’a göç ettiği rivayet edilir. Vefat yeri ve tarihi üzerine hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Fabl türünün en önemli eserlerinden biri olan Kelile ve Dimne’yi Depşelem isimli bir Hint Hükümdarı döneminde kaleme almış, eserini hükümdara sunmuştur. Eserde bulunan hikayelerde siyaset, erdem ve eğitim gibi birçok farklı konu işlenmiştir. Bu eser zalimliği ile tanınan Hükümdar Depşelem’e dolaylı bir nasihat niteliğindedir diyebiliriz. Eser, adını ilk bölümündeki hikayelerin kahramanı olan iki çakaldan almıştır; “doğruluğu ve dürüstlüğü” simgeleyen "Kelile" ile “yanlışlığı ve yalanı” simgeleyen "Dimne". Beydeba, hiç kuşkusuz, Hint edebiyatında eşsiz bir yere ve öneme sahiptir.

Eserlerinden biri de "Bülbül ile Bağcı yada diğer adı ile Kelile ve Dimne"dır.

Ezop masalları ve kimdir?


Ezop 
                                                                       Ezop kimdir

Yunanca okunuşu Aisopos D : M.Ö. 620 / Ö : M.Ö. 560)  yaşadığı varsayılan eski Yunan masalcıdır.
Kahramanları hayvanlar olan masallarıyla büyük ün kazanmış olan Ezop'un yaşamıyla ilgili bilgiler kesin değildir.
Bir söylentiye göre Trakya'da doğmuş, bir süre köle olarak Samos adasında yaşamış, azat edilince birçok yolculuk yapmış, Delphia'ye yaptığı yolculuk sırasında bir cinayete kurban gitmiştir.
Ancak Ezop'un Amorium kentinde doğup büyüdüğü de dile getirilmektedir. Aristotales, Ezop'un yolsuzluktan yargılanan bir siyasetçiyi tilki ile kirpinin öyküsünü anlatarak nasıl savunduğunu şöyle anlatmıştır : Ezop mahkemede "Bir tilkinin, başı pirelerle derde girmiş, bir kirpi de onu pirelerden kurtarsın mı diye sormuş, tilki, 'Hayır, bu pireler doydu, artık fazla kan emiyorlar.
Onları kovalarsan, yerlerine yeni, aç pireler gelir' demiş", dedikten sonra, jüriye dönerek, sözlerini şöyle bitirmiş: "Dolayısıyla saygıdeyer jüri üyeleri, müvekkilimi cezalandırırsanız onun yerine onun kadar zengin olmayan birileri gelir ve sizi daha da beter soyar."

Ezop'un masallarını gerçekten yazdığı yolunda hiçbir kanıt yoktur. Ona mâl edilmiş masalların bilinen en eski derlemesi, M.Ö. 16. yy'da Phaleroslu Demetrios tarafından hazırlanmış, bu derleme daha sonra, M.S. 1. yy'da Latince olarak Phaedrus, Yunanca olarak Babrios tarafından yeniden kaleme alınmıştır. "Ezop Masalları" daha sonra 17. yy. Fransız yazarı Jean de la Fontaine'in fabllarına esin kaynağı olmuştur.Ezop fabl denen öykülerle ünlüdür.



 Eşek Ve Çekirge Masalı



Uzun zamanlar önce, tarlaların birinde bir eşek varmış ot yer yaşarmış. Arada bir anırır, tarladakilerin kulaklarını ağrıtırmış. Ama değmeyin neşesine, öyle neşeli, öyle kendinden eminmiş ki…
Fakat bir gün hayatından memnun olmadığına karar vermiş. Anırdığı zaman tarladaki herkes kulaklarını kapatıyor , o sussun diye önüne ot koyuyorlarmış. Ne yapmalı da bu sesi düzene sokmalı diye düşünüp duruyormuş…
O sırada bir çekirge atlamış önünden, öyle de güzel sesi varmış ki, bayılmış bizim eşek. O ötmüş, bizimki anırmış. Bakmış olmuyor, çekirgeye doğru eğilmiş. “ Çekirge kardeş afedersin “ demiş.Çekirge bakmış ona : “ söyle bakalım ?” demiş. “ Ben de sizin gibi ötmek isterim, acaba ne yapmalıyım ? Çekirge şaşırmış, “Ne bileyim, ben doğduğumdan beri hep böyle öterim” demiş. “Peki ne yiyip içersiniz ? “ demiş eşek, belki sizin yediklerinizi, içtiklerinizi alırsam, sesim size benzer ha. ?”
Çekirge bir hoplamış, iki zıplamış” Biz çiçeklerin üstündeki çiğlerden yeriz sadece demiş. Yani çiçeklerin üstündeki sulardan içeriz”
O günden sonra sadece çiçeklerin üzerindeki sulardan içmiş bizim eşek, kısa bir zaman sonra da açlıktan ölmüş tabiî ki. Herkes kendine verilen özelliklere göre yaşamalı, onu bunu taklit ederken kendine zarar vermemeli.



 Aslan Eşek Ve Tilki Masalı



Aslan, eşek ve tilki birlikte avlanmaya çıkmışlardı. Her ne avlarlarsa, aralarında pay edeceklerdi. Anlaşmanın şartlarına da hepsi uyacaklardı. Kocaman besili bir geyik ele geçirdiler, aslan pay etme işini eşeğe verdi. Eşek düşündü, taşındı, anırdı ve bin bir güçlükle geyiği üç eşit parçaya ayırdı. Aslan eşeğin kendisine layık gördüğü parçaya o kadar sinirlendi ki, zavallı eşeğin üzerine atıldı ve onu parça parça etti.Sonra pay etme işini tilkiye verdi.

Tilki eşeğin başına gelenlerden o kadar korktu ki, en ufak parçayı kendisine ayırarak, gerisini aslana bıraktı. Aslan tilkinin bu hareketi karşısın da çok memnun oldu. Yanına yaklaşıp, başını sıvazladı. “Bu terbiye ve nezaketi nereden öğrendin akıllı tilki ?”

Tilki,”size hakikati söyleyeceğim , efendim” diye cevap verdi. “ Bu terbiyeyi, şurada yatan cansız eşekten aldım.



30 Ocak 2013 Çarşamba

Sedat Peker,kimdir


peker
Sedat Peker

Rizeli bir aileden gelen ülkücü baba Sedat Peker, 1970 yılında Sakarya'da doğdu. "Köroğlu" lakaplı Peker, Almanya'da büyüdü. Peker'in adı ilk olarak "uyuşturucuyla mücadele eden baba" olarak duyuldu, daha sonra Susurluk Raporu'nda geçti.

Peker'in organizasyonunda işadamlarından tehditle para topladıkları, zorla tahsilat yaptıkları ve işyeri kurşunladıkları belirlenen, aralarında açığa alınan bir astsubayın da bulunduğu 11 kişi gözaltına alındı.

Peker, Barmen Oğuz Atak'ın sırtında "Allah" dövmesi bulunduğu gerekçesiyle öldürülmesi olayına karıştığı gerekçesiyle uzun süre arandı. Polisin Atak'ın öldürülmesini azmettirmek ve çete olaylarına karışmaktan aradığı Peker, oğlunun doğumunda kendilerini ziyaret eden, çiçek ve telgraf gönderen dostlarına teşekkür için gazetelere verdiği ilanlarda eşiyle birlikte görüldü.

1997'de Rize'de kaçakçı Abdullah Topçu'yu öldürmek suçundan savcı karşısına çıkan ve serbest bırakılan Peker'in iki adamı, aynı davadan müebbet hapse mahkum oldu. Peker gibi ağabeyi Vedat Peker de bir işadamına silah zoruyla senet imzalatmaktan gözaltına alındı. Peker'in talimatıyla çete oluşturdukları iddiasıyla yargılanan dokuz sanıktan dördü tahliye edildi.

Tehditle tahsilat yapmak, zorla alıkoymak, adam öldürmeye azmettirmek ve benzeri suçlardan yedi ay boyunca aranan Peker, teslim olacağını bildirerek 19 Ağustos 1998'de Romanya'dan Türkiye'ye getirildi. İstihbarat birimlerinin çalışmaları sonucunda, Peker'in, adı gizlenen bir Antalya milletvekiliyle doğrudan bağlantısı olduğu saptandı.

Peker, tutuklu bulunduğu sürede Bayrampaşa Cezaevi'nde krallar gibi yaşadı. Rokfor peyniri başta olmak üzere birçok lüks yiyeceği koğuşuna getirten Peker'in cezaevine soktuğu eşyalar arasında kokoreç makinesi da vardı. Kaldığı 50 kişilik koğuşun tabanını halıfleksle kaplatan, duvarlarını boyatan Peker, tuvaletlerin kırılıp yapılmasını istedi ve bunun için gerekli malzemeyi sağladı. Cezaevinde yüz koyun kestirip tutuklu ve hükümlülere dağıtan Peker, çanak anten, video, CINE 5 dekoderi, ekmek kızartma makinesi ve dikiş makinesi gibi isteklerine ise cezaevi yönetimi tarafından izin verilmedi.

İstanbul DGM Savcılığı, Ekim 1998'de Peker ve adamları hakkında 7.5 yıla kadar hapis istemiyle dava açtı. Bu davadan yargılandığı sırada duruşmada ilginç açıklamalar yapan Peker, "Eski bir milletvekili bana mesaj göndererek, 'Mahkemede fazla artistlik yapmasın' dedi. Her şeyi size anlatmak istiyorum çünkü ben bunları anlatmazsam şüpheli bir şekilde intihar edebilirim" dedi. Peker, 12 sanıkla birlikte çete oluşturmak suçundan yargılandığı davada, 24 Mayıs 1999'da tahliye edildi. Sekiz ay 29 gün cezaevinde bulunun Peker, "sanal bir çete yaratıldığını" ileri sürdü.

Tahliye edildikten sonra basına açıklama yapan Peker, MHP'li olmadığını söyleyerek, siyasi görüşünün pantürkist - turanist olduğunu belirtti. Tahliye edildikten sonra basına demeçler veren Peker, özel yaşantısıyla ilgili açıklamalar yaptı. Çok mutlu bir evliliği olduğunu söyleyen Peker, "Ben kadını tanrı misafiri olarak kabul ediyorum. Annesini, babasını, her şeyini bırakarak size geliyor, sizin onu korumanız gerekiyor. Anne babasının sevgisini vermeniz gerekiyor. Gayet düzgün bizim yaşantımız. Herkes eşime soruyor, 'Seni dövüyor mu?' diye. Eşim gülerek anlatıyor, 'Yok, dövmüyor' diye" dedi.

Tutuklanmalar ve hapis

Hakkındaki gıyabi tutuklama kararı üzerine 2002 Ocak ayında İstanbul Etiler'deki Akmerkez'de türkücü İbrahim Tatlıses'le buluştuğu sırada gözaltına alınan Sedat Peker, tutuklandı. Bir süre sonra serbest bırakılan Peker, 2004 yılı ekim ayında tekrar yakalandı ve "çıkar amaçlı suç örgütü kurmak"tan tutuklanarak cezaevine konuldu.

Kelebek operasyonu davası kapsamında yargılanan Sedat Peker, 2007 Ocak ayında sonuçlanan davada 14 yıl 5 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Peker hakkında çok sayıda dava bulunuyo
26 Ocak 2013 Cumartesi
25 Ocak 2013 Cuma

Mehmet Ali Birand, kimdir


Mehmet Ali Birand

1941 İst   doğ  gazeteci, yazar, yapımcı ve sunucu. Köşe yazarlığı da yapan Mehmet Ali Birand, medyanın bir çok kolunda çalışmış,  , AB parlementosundaki bir çok bürokratın bildiği ya da adına aşina olduğu Türk gazeteci. Özellikle zor ve tehlikeli şartlarda yaptığı röpörtajlarıyla dünyadaki sayılı gazeteciler arasındadır.

Mürvet ve İzzet Birand'ın çocukları olan Mehmet Ali Birand, 9 Aralık 1941'de İstanbul'da dünyaya geldi. Orta öğrenimini Galatasaray Lisesi'nde tamamladı.

Gazetecilik mesleğine 1964 senesinde Milliyet Gazetesi'nde başladı. 1972'de Milliyet Gazetesi avrupa editörü oldu ve Brüksel bürosunu kurdu. Sonraları, 1984 yılında Milliyet Moskova bürosunun kuruluşunu da Birand üstlendi. Sabah Gazetesinde köşe yazarlığı da yapan Birand, 1985'de TRT de başlayan ve sonraları Show TV'de devam eden kariyerinin altın basamağı, 32. Gün programını sundu.

Bağımsızlık ve liberal bakış açısıyla tanınan 32.Gün programında, bir çok Türk politikacısının yanı sıra, dünya liderlerinden François Mitterrand, Jacques Chirac, Saddam Hüseyin, Mihail Gorbaçov, Boris Yeltsin, Vladimir Putin, Yaser Arafat, Peter Kohl, Gerhard Schröder ve Teacher Mehmet, gibi önemli isimleri konuk etti.

1992-1995 seneleri arası Show TV ana haber bülteni sunuculuğu görevini üstlendi. Türkiyenin içinde bulunduğu durumları anlatan ve türk siyasetini içeren bir çok kitap yayınladı. Türk Ordusu'nun yapısı, 12 Eylül askeri darbesi, 1974 Kıbrıs Çıkartması ve Türk-Yunan ilişkisini anlatan kitapları İngilizce, Almanca ve Yunanca'ya çevrildi.

Günümüzde CNN Türk yöneticilerinden biri olan gazeteci, haber programı olan Manşet ve 32.Gün'ü CNN Türk'de devam ettirmekte olup, Kanal D ana haber bültenini sunmaktadır. Evli ve bir çocuk babası olan Birand, iyi derecede Fransızca ve İngilizce bilmektedir. TV programcısı ve yazar olarak ulusal ve uluslararası bir çok ödülün sahibi olan Birand, Fransız "Chevalier de L’Ordre National de Merite" ünvanına sahiptir.


Rol aldığı filmler ve diziler

   

    Galatasaray 17 Mayıs Belgeseli (2006) Rolü: Mehmet Ali Birand

    Latife Hanım (2006) Rolü: Mehmet Ali Birand

    Çok Güzel Hareketler Bunlar (2008) Rolü: Mehmet Ali Birand

    Küçük Kadınlar (2009) Rolü: Mehmet Ali Birand

    Kurtuluş Son Durak (2012) Rolü: Mehmet Ali Birand

    Annem Uyurken (2012) Rolü: Mehmet Ali Birand

Çalıştığı gazeteler

    1964-1992: Milliyet

    1992-1998: Sabah

    1999-: Posta

    2001-: Hürriyet

    2001-2011: Milliyet

Çalıştığı TV Kanalları

    1968-1992: TRT

    1992-1995: Show TV

    1993-1995: Cine5

    1995: atv

    1995-1998: Show TV

    1995-1999: Cine5

    1999: Eko Tv

    1999: Kanal D

    1999: Show TV

    1999-: CNN Türk

    1999-2003: Süper Kanal

    2005-: Kanal D

TV programları

    1985-1992: 32. Gün (TRT 1)

    1992-1995: 32. Gün (SHOW TV)

    1995: 32. Gün (ATV)

    1995: Seçim 1995 (SHOW TV)

    1995-1998: 32. Gün (SHOW TV)

    1999: 32. Gün (KANAL D)

    1999-2005: 32. Gün (CNN TÜRK)

    1999-2005: Manşet (CNN TÜRK)

    2002: Seçim 2002 (CNN TÜRK)

    2004: Seçim 2004 (CNN TÜRK)

    2005-: 32. Gün (KANAL D)

    2005-: Kanal D Ana Haber Bülteni (KANAL D)

    2007: Seçim 2007 (KANAL D)

    2009: Seçim 2009 (KANAL D)

    2010-: 32. Gün (CNN TÜRK)

    2010: Referandum 2010 (KANAL D)

    2011: Seçim 2011 (KANAL D)

Eserleri

    1984, 12 Eylül 04.00

    1992, Apo ve PKK

    1993, Demirkırat: Bir Demokrasinin Doğuşu, Mehmet Ali Birand, Can Dündar, Bülent Çaplı

    1995, 10 yılın perde arkası 32. gün

        32. Gün 20 Yılın Perde Arkası

    1996, Türkiye'nin Gümrük Birliği macerası (1959-1995)

    1997, Panorama '97 CD-ROM 32. Gün Dünya'da ve Türkiye'de Yılın Olayları

    1999, 12 Eylül: Türkiye'nin miladı

    2000, 12 Mart: İhtilalin pençesinde demokrasi

    Emret komutanım

    30 Sıcak gün

    Diyet: Türkiye ve Kıbrıs üzerine uluslararası pazarlıklar 1974-1980

    The Özal Bir Davanın Öyküsü, Mehmet Ali Birand, Soner Yalçın

    Türkiye'nin Büyük Avrupa Kavgası 31 Temmuz 1959'dan 17 Aralık 2004'e

    Türkiye'nin Avrupa Macerası 1959 - 1999

    Mehmet Ali Birand

    2012, Son Darbe: 28 Şubat
Mehmet Ali BİRANT NE OLURSA OLSUN GÜLER YÜZÜYLE  BÜTÜN İNSANLARA MUTLULUK VERDİ  BİLİYORUZ Kİ YERİ DOLDURULAMAZ RUHU ŞAAD OLSUN
23 Ocak 2013 Çarşamba

Evliya Çelebi (seyyah)


Evliya Çelebi Derviş Mehmed Zillî.



1611’de İstanbul’da doğdu. 1682’de, Mısır’dan dönerken yolda veya İstanbul’da öldüğü sanılıyor.  gerçek adı Evliya Çelebi Derviş Mehmed Zillî. Ailesi Kütahya’dan gelip saraya yerleşti. Babası sarayda kuyumcu olan Mehmet Zillî. Özel eğitim aldı. Bir süre medresede okudu, babasından tezhip, hat ve nakış sanatlarını öğrendi. Musiki ile ilgilendi, hafız oldu. Enderuna girdi Dayısı Melek Ahmed Paşa aracılığıyla Sultan 4′üncü Murat’ın hizmetine girdi.
 Gezmeye ilgisi çocukluğunda babasından ve yakınlarından dinlediği öyküler, söylenceler ve masallardan kaynaklanır. Seyahatname’nin giriş bölümünde gezi merakını bir rüyaya bağlar. Kendi anlatımınına göre, bir gece rüyasında Hazreti Muhammed’i gördü. “Şefaat ya Resulallah” diye şefaat isteyecekken, şaşırıp “Seyahat ya Resulallah” dedi. Böylece birçok ülkeyi gezme, tanıma fırsatı bulduğunu yazar. 1635’te, yani 24 yaşındaki iken önce İstanbul’u dolaşmaya, gördüklerini, duyduklarını yazmaya başladı. 1640’ta Bursa, İzmit ve Trabzon’u gezdi.
 Evliya Çelebi Derviş Mehmed Zillî. Kırım’a Bahadır Giray’ın yanına gitti. Yakınlık kurduğu kimi devlet büyükleriyle uzak yolculuklara çıktı. 1646’da Erzurum Beylerbeyi Defterdarzade Mehmed Paşa’nın muhasibi oldu. Doğu illerini, Azerbaycan’ın, Gürcistan’ın kimi bölgelerini gezdi. Gümüşhane, Tortum yörelerini dolaştı. 1648’te İstanbul’a dönerek Mustafa Paşa ile Şam’a gitti, üç yıl bölgeyi gezdi. 1651’den sonra Rumeli’yi dolaşmaya başladı, bir süre Sofya’da bulundu. 1667-1670 arasında Avusturya, Arnavutluk, Teselya, Kandiye, Gümülcüne, Selanik yörelerini gezdi. 50 yıllık seyahat Gezileri 50 yıl sürdü. Gezilerinde karşılaştığı toplumların yaşama düzenini ve özelliklerini yansıtan gözlemler yaptı. Kültürleri, günlük yaşayışları inceledi ve ünlü Seyahatname’sinde yazdı. Seyahatname’nin üslubu, Divan edebiyatı düz yazılarının tersine son derece sadedir. Dili kolayca anlaşılır. Konuşma diline yakın, akıcı bir üslup kullandı. Anlatımlarında kimi zaman mizah unsurlarına da yer verdi. Gözlemlerine, kendi düşünce ve çıkarmalarını da ekledi.

 Anlatımını belli bir zaman dilimiyle sınırlamadı. Seyahatname’de geçmişle gelecek, şimdiki zamanla geçmiş iç içedir. Yapısı gereği Seyahatname bir kültürel derleme niteliğindedir. İçinde, gidilen yerlerde dinlenen halk öyküleri, türküler, halk şiirleri, söylenceler, masallar, maniler, halk oyunları unsurları, giyim-kulamla ilgili özellikler, düğün-cenaze törenleri, yerel oyunlar, inançlar, komşuluk bağlantıları, toplumsal davranışlar, sanat ve zanaat özellikleri de vardır. Ayrıca gezilen bölgelerdeki evler, cami, mescit, çeşme, han, saray, konak, hamam, kilise, manastır, kule, kale, sur, yol, havra, köprü gibi çevresel yapıları da inceler. Seyahatnamesi, yalnızca 17′nci Yüzyıl Osmanlı dünyası için değil, Kafkasya, Arap ülkeleri, Balkanlar ve Orta Avrupa bakımından da önemli bir tarihsel coğrafya-kültür haritası niteliğindedir.




  • Besmelesiz yemek yeme.
  • Sırrın var ise sakın kimseye söyleme.
  • Cünüp iken yemek yeme.
  • Elbisenin söküğünü üstünde dikme.
  • İyi adını kötüye çıkaracak davranışlarda bulunma.
  • Kötüyle arkadaş olma, pişman olursun.
  • Daima ileri hedefin olsun, geriye takılıp kalma.
  • Harama tevessül etme.
  • Kimsenin payına-hakkına göz dikme.
  • Bir şey koymadığın yere el uzatma.
  • İki kişi konuşurken dinleme.
  • Ekmek ve tuz hakkını gözet.
  • Namahreme bakıp ihanet etme.
  • Davetsiz bir yere gitme. Gidersen emin olduğun yere, namuslu kimseye git.
  • Sır sakla.
  • Her mecliste duyduğun şeyleri-sözleri aklında tut.
  • Evden eve söz taşıma.
  • Kötülemekten, fenalıktan uzak ol.
  • Ahlaklı ol.
  • Herkesle iyi geçin.
  • İnat ve kötü sözlü olma.
  • Senden büyüklerin önünden gitme.
  • İhtiyarlara hürmet et.
  • Daima temiz ol.
  • Haram ve yasak edilen şeylere yaklaşma.
  • Beş vakit namaza devam edip iyi hâl ile tanınarak, ilim ve faziletle meşgul ol.
  • Her zaman geniş kalpli ve hoş meşrep ol.
  • Beraber olduğun, tanıştığın kişilerden asla bir şey isteme. Buna riayet etmezsen seni küçük görürler, itibarını kaybedersin.
  • Rıza lokmasıyla yetin.
  • Elindeki imkânları israf etme.


  • Elindeki imkânları israf etme sözlerinin içeriğinde neyi ararsanız bulursunuz. Elimizdeki olanların kıymetini bilmek, israf etmemek, değerlendirmek hayatın lezzeti, tadı değil midir?

  •  



ESERİ: 
Seyahatname (10 cilt. İlk sekiz cilt 1898-1928, son iki cilt 1935-1938)
21 Ocak 2013 Pazartesi

Alparslan türkeş kimdir

  Alparslan türkeş



başbuğ
 başbuğ
Yıl 1860 Orta Anadolu'da, Kayseri'nin, Pınarbaşı ilçesi'nin Yukarı Köşkerli Köyünde meskun Avşar Obalarından Koyunoğlu ailesi bir toprak meselesi yüzünden kavgaya girişince Sultan Abdülaziz'in fermanıyla Kıbrıs'a sürgün edilir.
Yıl 1917 ve Kasım'ın 25'i, öğle vakti.. yer, Lefkoşe. Haydarpaşa Mahallesi Kirlizade sokağı 13 numaralı mütevazi evde, Kıbrıs'a yerleşen Koyunoğlu soyuna mensup Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey ve eşi Fatma Zehra Hanımın Ali Arslan adını verdikleri oğulları dünyaya gelir.

Yıl 1921 ve 4 yıl 4 ay 4 günlük Ali Arslan, annesi tarafından yıkanır, yeni elbiseler giydirilir ve devrin âdetince fesi mücevherler ile süslenerek Sarayönü ilkokul'una (Sibyan Mektebi) gönderilir. Sarıklı ve mübarek bir Osmanlı Uleması olan Hoca Efendi'nin dizi dibine çöken Ali Arslan'ın ağzından çıkan ilk söz bir euzü besmeledir. Ey Rahman ve Rahim olan Allah'ım, annem beni yetiştirdi bu mektebe yolladı, okuyup yetişip, milletime hizmet etmek istiyorum dermişcesine bir besmeledir, Ali Arslan'ın ağzından dökülen..

Birbirinin ardısıra gelen ilkokul ve Rüştiye yılları ve herbiri birbirinden daha değerli Hüsnü Bey, Selahattin Bey, Mehmet Asım  , Ragıp Tüzün  , Turgut  y, Osman Zeki  ve Faiz Kaymak gibi Türklük ve Türkçülük şuuruyla bilenmiş birer hançer olan hocalarından feyz alır. Onlar Ona müfredatın yanısıra Kıbrıs Türklerinin yalnız olmadığını Devlet-i âli Osman bakiyesi hür ve müstakil Türkiye'nin yanısıra yeryüzünde kendileri gibi bahtsız esaret altında milyonlarca Türk olduğunu da öğretirler. Dahası Osman Zeki Bey Ali Arslan'ın adını adeta senin adın "Alparslan olsun" ve Sultan Alpaslan'a denk bir yiğit Türk ol, diyerek değiştirir.

Küçük Alparslan'ın doğup, yetiştiği o yıllarda, Piyale Paşa yadigârı Kıbrıs, sevgili Yeşilada'mızın tamamı ingiliz işgali altındadır ve Türk'ün istiklâlini kaybetmesinin ne demek olduğu Onun ruhunun derinliklerine şuurunun uyanmağa basladığı günden, çocukluk yıllarının başlangıcından başlayarak siner. O her gece Türkiye'ye gidip asker olmayı ve gelip ata-baba ocağını kurtarmanın düşüyle uyur, uyanır.

Yıl 1933 ve Alparslan'ın artık işgal altında, esaret altında yaşamağa dayanacak gücü kalmamıştır. Babası Ahmet Hamdi Bey'i ve Annesi Fatma Zehra Hanım'ı ikna eder, aile mallarını satıp savar yanlarında oğulları Alparslan ve kızları Dervişe olduğu halde, ak toprakların, hür toprakların, Türk'ün Türk olduğundan utanmadığı, boynunun eğik olmadığı toprakların, anavatanın, Türkiye'nin yoluna düşerler; Viyana vapuru ve.. ver elini istanbul...

Ailesi istanbul'a yerleşince Alparslan'ın ilk işi Kuleli Askeri Lisesi'ne kayıt olmak olur. Artık O yüreğinin Onu çağırdığı yerde ve düşlerinin peşindedir. O düşlerini düşleyen baskaları da vardır istanbul'da... Derlenip toparlanmışlar, Türklük, Türkçülük ülküsünün O bir daha hiç inmeyecek olan bayrağını açmışlardır. O Yüce Dilek, O aziz Ülkü, O muhteşem düşler, özellikle, bir Ülkü devi olan Atsız Hoca'nın canevinde, ocağında pişer ve sohbetlerle, şiirlerle, dergilerle, romanlarla mektuplarla Türk aydınlarının gönlüne cemre cemre düşmekte ve yayılmaktadır. Onlarla tanışır, buluşur Alparslan Türkes.

Yıl 1936 Kuleli Askeri Lisesi'ni pekiyi derece ile astegmen olarak bitirince Ankara ve Harp Akademisi yillari baslar. 1938'de Harbiye'den mezun olur, artik O Türk Ordusu'nun genç bir tegmenidirve Türk Milleti'nin emrindedir. Yil 1940 Isparta'da gönlünü Muzaffer Ana'ya kaptirir ve evlenirler. Ayzit, Umay, Selcen, Sevenbige (Çagri) ve Yildirim Tugrul adli çocuklarla çiçeklenir bu evlilik ve bozkurtlarin Muzaffer Ana'sinin 1974 yilinda elim kaybindan sonra 1976 yilinda, Sevâl Hanim'la yaptigi ikinci evliliginde de Tanri Onu Ayyüce ve Ahmet Kutalmis adli iki evlât daha vererek sevindirecektir.

Yil 1944 3 Mayis.. Ankara'da eski tabirle bir nümayis yani gösteri veya yürüyüs vardir. Türk'ün, Türklügün ölmedigini, ölmeyecegini ve yükselen Türkçülük bayraginin bir daha hiçbir sekilde inmeyecegini gösteriyorlar. Hem dosta hem düsmana... hem devlet hizmetindeki gafillere hem de yurda sizmaga çalisan hainlere, Asya bozkirlarinda yaratilan bozkurt soylularin bozkurt torunlarinin, bir kaç çakalin günü birlik menfaatleri için göz yumduklari kizil yilanin farkinda ve onun basini ezme azminde olduklarini gösterirler.

Şâirin öz yurdunda garipsin, özyurdunda parya dedigince tutuklanir Türkçüler... Devrin dalkavuk iktidarinin uyduruk nedenlerle açtigi Türkçülük-Turancilik Davasi baslar. Türkçüler tabutluklara atilirlar, iskencelere ugrarlar. Türkiye'de Türk Milliyetçisi olmanin bedelidir bu... Genç Üstegmen Alparslan Türkes'te bunlar arasindadir. 20 Ekim 1944'te kendisini "vatan hainligi" suçlamasiyla sorgulayan mesnedsiz Savciya "Diger saniklar gibi bana da vatan hainligi isnad edilmistir. Bunu şiddetle redderim. Ben yeryüzünde herseyden çok milletimi ve vatanimi severim." diye haykirir. Ancak mahkeme tarafindan, 9 ay 10 gün hapis cezasina çarptirilir ve bir yildir hücre hapsi yattigi için tahliye edilir.

Kendisine verilen cezada daha sonra Askeri Yargitay tarafindan bozulur ve 2. numarali mahkemede beraat eder. Bu onun Türk Milliyetçisi oldugu için zindanlara ilk atilisidir ve son olmayacaktir. Ülkücü olmak çileye talip olmaktir, nimete, ikbale degil. O da Türklük Ülküsü için zaman zaman siddeti artan çileyi bir ömür boyu bir an bile tereddüt etmeksizin ve yakinmaksizin, çekmis ve çile çekmeyi seref bilmistir.

Yil 1947 Alparslan Türkes ve 15 diger Türk subayi, A.B.D. Kara Harp Akademisi ve Piyade Okulunda iki yillik bir süre egitim görürler. Bu arada ülkemizden Kars ve Ardahan civariyla Bogazlardan üs talep eden Sovyetler Birligi'nin Komünizm maskesi ardina saklanmis, o eski ve degismez "moskoflugu" ayan beyan ortaya çikar. Bu atmosferde yurda dönen Alparslan Türke? Gelibolu ve Çankiri'daki görevlerinden sonra 1951 yilinda Kurmaylik sinavini kazanir ve 1955 yilinda Harp Akademisi'nden Kurmay Binbasi olarak mezun olur.

Yil 1955 dis görev için açilan sinavi kazanarak A.B.D. Pentagon'da NATO Türk Temsil Heyeti üyeligine atanir. Bu arada ... Üniversitesinde Uluslararasi Ekonomi egitimi görür. 1957 yilinda Türkiye'ye döner.

1959 yilinda Almanya'ya Atom ve Nükleer Okulu'na gönderilir ve bu okulu basariyla bitirir. O artik bir Kurmay Albaydir.

Yil 1960, tarih 27 Mayis öteden beri örgütlenen ve memlekette kardes kavgasini önleyerek bazi reformlar yapmayi hedefleyen Milli Birlik Komitesi'nin ülke yönetimine el koydugunu açiklayan bildiriyi radyodan okuyan kisi ve "ihtilâl'in kudretli Albayi"dir. Kurmay Albay Alparslan Türkes ihtilâl hükümetinde Basbakanlik Müstesarligi görevini üstlenir. Bu vazifesi esnasinda Devlet Planlama Teskilati, Devlet istatistik Enstitüsü ve Türk KültürünüArastirma Enstitüsü gibi kurum ve kuruluslari kurar. Ancak Milli Birlik Komitesi arasinda ortaya çikan anlasmazliklar nedeniyle, 13Kasim 1960'ta Kurmay Albay Alparslan Türkes ve "ondörtler" olarak bilinen arkadaslari Komite'nin diger üyelerince emekliye sevkedilerek tasfiye edilirler ve zorla evlerinden alinip yurtdisinda görevlendirilmek suretiyle sürgün edilirler. O da 19 Kasim'da Türkiye'nin Hindistan Büyükelçiligi müsaviri sifatiyla sürgüne gönderilir.

1961-62 1963 yilina kadar 2,5 yil, yönetimi elinde bulunduranlarca Alparslan Türkes'in Türkiye'ye dönmesine müsaade edilmez. Yil 1963 tarih 23 Mart Alparslan Türkes sürgünden yurda döner. Dava arkadaslariyla birlikte kadro olusturup partilesmek amaciyla "Huzur ve Yükselis Dernegi" adli bir dernek kurar. Kisa bir süre sonra Talat Aydemir'in giristigi darbe tesebbüsüne karistigi iddiasi ile tutuklanir ve Mamak Askeri Cezaevinde dört ay hücre hapsinde yatar, yargilanir ve beraat eder.

Tarih 31 Mart 1965 saat 11.00 de Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne katilir. .

Tarih 1 Agustos 1965 Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Büyük Kurultay'inda Genel Baskanligina seçilir. Ayni yil yapilan genel seçimlerde Ankara milletvekili seçilir. Yil 1969 Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin adi Milliyetçi Hareket Partisi amblemi de Üç Hilâl olarak degistirilir. O yil yapilan genel seçimlerde Adana milletvekili olarak seçilir.

ilki, 31 Mart 1975 -13 Haziran 1977 yillari arasinda ve ikincisi de 1 Agustos - 31 Aralik 1977 tarihleri arasinda Süleyman Demirel baskanliginda kurulan koalisyon hükümetlerinde MHP Genel Baskani olarak, Basbakan Yardimciligi ve Devlet Bakanligi yapar. Ülkü Ocaklari, Büyük Ülkü Dernegi ve diger mesleki örgütlenmeler baslar. 1968 Yilindan itibaren marksist ve bölücü gençlik hareketleri üniversitelerde yuvalanir ve üniversite özerkliginden istifade ederek buralari silah, cephane deposu haline getirerek "Kömünist Devrim" için üs haline koyarlar. Üniversiteler isgal altindadir. Her yer Lenin'in Stalin'in Mao'nun resimleri ve komünist sloganlarla doludur. Komünist yeralti örgütleri "sehir gerillasi" mi "kir gerillasi" mi tartismalari yapmakta okullara kendilerine tabi olanlardan baska hiç kimseye hayat hakki tanimamaktadirlar. Bunun üzerine Basbug Alpaslan Türkes toplanan çok az sayidaki gence verdigi seminerlerle onlari komünizm konusunda aydinlatmaya ve alternatif olarak da Türk Toplumculugunu, Türk Milliyetçiligini anlatir. Kisa zamanda çogalan gençler örgütlenmege baslarlar. Doktriner Türk Milliyetçiligi safhasi baslamistir. Türk Milliyetçileri Dokuz Isik, dokuz prensip etrafinda toplanirlar.

Bu gelismelerden rahatsiz olan Türklük ve Türkçülük düsmanlari özellikle de Komünist örgütler kendilerine okulda, fabrikada, köyde, kentte, dagda her yerde ama heryerde karsi çikip mücadele eden Ülkücü Hareket'e karsi savas ilan ederler ve 12 Eylül 1980'e kadar 5000 civarinda Ülkücüyü sehit ederler. Devlet'in zaaf içinde oldugu düsünülen "zinde güçler"i birseylerin yani ihtilâlin sartlarinin "olgunlasmasi" için daha fazla kanin akmasini beklemektedirler.

Basbug için 1978, 1979, 1980 yillari bir çogunu bizzat kendisinin yetistirdigi binlerce ülküdasinin Komünist çetelerce katlediligini gördügü, kan aglayan bir yürekle her seye ragmen kaybetmedigi sogukkanliligiyla bir iç savasi önledigi izdirap dolu yillardir.

12 Eylül 1980 sabahi pusudakiler yeterince olgunlasan sartlarin neticesi ihtilâllerini yaparlar.

Basbug Alparslan Türkes ve Türkiye'nin komünist bir ihtilâle kurban olmasini engelleyen Ülkücü Hareket sanik sandalyesinde, idam sehpalarindadir. Mamaklar ve C5'ler bu sürecin sekillendigi teslim olur. Cunta tarafindan tutuklunan Basbug, önce 1 ay Uzunada'da daha sonradamekanlardir. Basbug 12 Eylül'den üç gün sonra Ankara Askeri Dil Okulu'nda ve hastalandigi dönemde de Mevki Hastahanesi'nde 4,5 yil hapis yatar. O ve 218 Ülkücünün idami istenir, 9 Nisan 1985'de tahliye olur ve beraat eder.

Tarih 6 Eylül 1987.. Yapilan referandum neticesi diger siyasilerle birlikte Basbug'a da konulan siyaset yapma yasagi kalkar ve Basbug Milli Ülküyü iktidar yapmak davayi kitlelere anlatmak için yine meydanlardadir.

Tarih 4 Ekim 1987.. Milliyetçi Çalisma Partisi olaganüstü kongresinde Genel Baskanliga seçilir.

Tarih 20 Ekim 1991.. Genel seçimlerde MÇP'nin RP ve IDP ile yaptigi seçim ittifaki neticesi Yozgat milletvekili seçilir. Basbug, son kez T.B.M.M.dedir. Bu dönemde ülkemizi kasip kavuran bölücü teröre karsi en etkili mücadeleyi O gerçeklestirir.

Tarih 27 Aralik 1992.. Oniki Eylül'ün kapattigi partilerin tekrar açilabilmesini saglayan degisiklikler neticesi toplanan MHP'nin son kurultay delegeleri, MHP'nin isim ve amblemini MÇP'nin kullanabilmesine karar verirler. Tarih 24 Ocak 1992 MÇP'nin 4. Olaganüstü kurultayi toplanir ve partinin adini MHP amblemini Üç Hilal olarak degistirir.

Yil 1997... Tarih 4 Nisan... 

ilyas Salman kimdir ?

İlyas Salman,

 ilyas salman kimdir ?sinema, tiyatro, dizi oyuncusu ve yönetmen. 14 Ocak 1949 yılında Malatya ilinin Arguvan ilçesinde doğdu. Aslen Arguvan, Malatya'lıdır. Arguvan ilçesi Asar köyü nüfusuna kayıtlıdır. Uzun yıllardır oynadığı Kürt tip rolleri yüzünden Kürt olarak kabul edildi ve bunu açıkça yazanlar da olmuştur. Ancak 2007 yılında kendi yazısında ve kitabında Türkmen Alevisi olduğunu belirtti.rnMalatya Turan Emeksiz Lisesi'nden mezun oldu.

İlyas Salman Konservatuar'da eğitim görürken son sınıfta okulu bıraktı. Oyunculuğa İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nda başladı. Uzun yıllar sinema oyunculuğunda, köylü tiplemeleri ile tanındı. Sinema oyunculuğunun yanı sıra yönetmenliğini yaptığı iki sinema filmi bulunmaktadır.

 Ayrıca çeşitli tarzda şiirleri ve türkü albümleri bulunmaktadır. Ankara Birlik Tiyatrosu'nda 1997'den 2000 yılına kadar sahneye çıkmıştır. Son olarak Hasretim Sansürlüdür isimli bir şiir kitabı ve Türksolu dergisindeki makalelerinden oluşan Kırmızı Beyaz isimli bir kitabı çıkmıştır.rnKendisi sol görüşlüdür.

 İlyas Salman Türkiye Komünist Partisi'nin Kartal'da yaptığı 1 Mayıs mitingine katılmıştır. Şu anda ise Türksolu dergisinde yazmaktadır. Gülser Salman ile evlidir ve Devrim adında bir kızı, Temmuz Ali adında bir oğlu vardır.
Kaynak: Vikip

Adressiz Sorgular (2006) 
Sis ve Gece (2006) - Cuma 
Güneş de Karanlığa Düşer (2003) 
Sen Hiç Güneşte Üşüdün mü? (2003) 
Çığlığın Dağlarda Yükselir (2003) 
Fakiro (2001) 
Gülerken Ağladık (1998) 
Tatil Belası (1997) 
Yasemince (1997) 
Rambo Ramiz (1995) 
Tek Ayaklı Kuşlar (1995) 
Karımı Aldatamam (1995) 
Antika Kabadayı (1995) 
Naylon Karı (1995) 
Yoksa Yaşlandım mı? (1994) 
Talihsiz Bilo (1994) 
Sarhoş (1994) 
Kızlar Sınıfı (199 
Zavallı (1990) - Ali 
Aile Bağları / Deli Fişek (1990) 
Kınalı Hanzo (1989) - İlyas 
Afacan (1989) 
Aptal Aşık (1988) 
Keklik Ali (1988) 
Fikrimin İnce Gülü / Sarı Mercedes (1987) - Bayram 
Gönlü Bol (1987) 
Aşk Peşinde (1987) - İlyas 
Ava Giden Avlanır (1986) 
Ben Milyoner Değilim (1986) 
Karaman'ın Koyunu (1986) 
Sen Neymişsin Be Abi (1986) 
Deliye Hergün Bayram (1985) 
Köfteci Holding (1985) 
Sarı Öküz Parası (1985) 
Fakir Milyoner (1985) 
Para Babası (1985) 
Ekmek Elden Su Gölden (1985) 
Uyanıklar Dünyası (1985) - İlyas 
Ya Ya Ya Şa Şa Şa (1985) 
Kızlar Sınıfı (1984) - İlyas Hoca 
Şekerpare (1983) - Cumali 
Şaşkın Ördek (1983) - Halil İbrahim 
Aptal Kahraman (1983) - Şahan 
Çiçek Abbas (1982) - Abbas 
Dolap Beygiri (1982) - Ali 
Çirkinler de Sever (1981) - Mazlum 
Hababam Sınıfı Güle Güle (1981) Mehmet 
Beş Parasız Adam (1980) 
İbişo (1980) - İbişo 
Talihli Amele (1980) - Mehmet Ali 
Yedi Kocalı Hürmüz (1980) 
Erkek Güzeli Sefil Bilo (1979) - Bilo 
Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor (1978) - Bilo Ağa 
Sultan (1978) - Bekçi Kolombo 
Kibar Feyzo (1978) - Bilo 
Baskın (1977) 
Çöpçüler Kralı (1977) - Kapıcı
Yönetmen
Zavallı (1990) 
Aile Bağları / Deli Fişek (1990)
Senaryo yazarı
Zavallı (1990) 
Aile Bağları / Deli Fişek (1990)
Tiyatro oyuncusu 

Gurbet Kuşları
Müzik albümleri
Yaram Sızlar 
Söze Güneş Doğdu 
Türkülerimiz Var Söylenecek 
Aramayın Beni Başka Yerde 
Dağların Ardı Nazlıdır 
Doğdukları Yerde Doymayanlar 
İnadına Türküler
Kitapları
Kırmızı Beyaz Türksolu Yazıları (2007) 
Hasretim Sansürlüdür (2006)
Aldığı ödüller
1993 Ankara Film Festivali, "En İyi Erkek Oyuncu" Ödülü, Fikrimin İnce Gülü - Sarı Mercedes 
2007 Ankara Uluslararası Film Festivali, Ulusal Uzun Film Yarışması "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu" Ödülü, Sis ve Gece
KAYNAK: ilyassalman.com
18 Ocak 2013 Cuma

Benito Mussolini


Benito Mussolini (1883, Forli - İtalya - 1945), II. Dünya Savaşı sırasında İtalya'nın başbakanı. Hitler ile birlikte Faşizmin en önemli uygulayıcılarındandır.

Üniversite eğitiminin ardından öğretmenlik yaparak çalışmaya başladı. 1902'de zorunlu askerlik görevinden kaçmak için isviçre'ye gitti. 1904'te İtalya`ya geri döndü ve İtalyan Sosyalist partisi'ne katıldı ve partinin yayın organı olan avanti gazetesinde çalıştı. bir süre gazetenin başyazarlığını da üstlenen Mussolini, birinci dünya savaşı'nın başlaması üzerine orduya yazıldı. savaşta yaralanan Mussolini Milano'ya döndü ve burada sağ görüşlü İl Popolo d'İtalia gazetesinin editörü oldu.

Çökmüş ekonomi ve siyasi kargaşa içindeki İtalya’da Mussolini çeşitli sağcı grupları kurduğu faşist partisinin bünyesinde topladı.İl duce lakabını kullanan Mussolini, ülkenin problemlerini çözeceğini vaat ediyor ve eski Roma İmparatorluğu'nun ihtişamlı günlerine geri dönüleceğine söz veriyordu.Partinin gençlik teşkilatı olarak kurulan kara gömlekliler örgütü ise ekonomik durumun kargaşasında faydalanarak büyük bir sıçrama yapan komünist gruplarla, grevci işçilerle çatışıyordu.

Mussolini, Ekim 1922'de Kral Viktor Emmanuel III'ü yönetimin faşist parti'ye devretmesi için tehdit etti; aksi takdirde 26.000 taraftarı ile Roma'ya yürüyecekti *. komünist hareketinde önüne geçmek isteyen kral bu teklifi kabul etti.

Duçe ilk olarak faşist parti dışındaki diğer partileri kapattı, sendika hareketleri kanun dışı ilan etti, kitap ve gazetelere sansür getirdi, eğitimi sıkı kontrol altına aldı. bu arada devlet güdümünde ekonominin faşistleştirilmesi amacıyla tüm ülke tren rayları ve otobanlarla kaplandı. çiftçileri sürekli teşvik etti , tarım ve endüstrinin canlanmasını sağladı buna bağlı olarak da İtalya’da işsizlik azaldı. tüm bunlar mussolini'nin kitleler üzerindeki popülaritesini arttırdı.

Uluslararası arenada güçlendiğini ispat etmek için 1935'te Habeşistan'a asker çıkardı. uzun ve nedensiz bir savaş sonunda Habeşistan'ı işgal eden İtalya,1936 yılında Nazi Almanyası ile Roma-Berlin mihverini kurdu.Bu tarihten sonra devamlı Hitler'in etkisinde kalan mussolini 10 Temmuz 1940'da müttefiklere savaş ilan etti.İkinci Dünya Savaşı sırasında İtalyan ordusu Kuzey Afrika ve Balkanlar'da Müttefik Kuvvetlerine karşı mağlup oldu,Nazi Almanyasından aldığı destek ile işgal ettiği bölgelerde direndi ancak İtalya'da gücünü kaybetmeye başladı.Komünistler önderliğindeki direnişçilerin ülkede etkili olması ve müttefiklerin 1943'de Sicilya'ya çıkartma yapmasının ardından Kral Viktor Emmanuel III Mussolini'yi görevden aldı. Almanya Kuzey İtalyayı işgal etti ve Alman paraşütçüleri Mussolini'yi 12 Eylül 1943'de Gran Sasso'da tutuklu bulunduğu otelden kurtararak uçakla Viyana'ya kaçırdı.

İtalya'da kendine bağlı birliklerle mücadeleyi sürdüren Mussolini Nisan 1945'de yani savaşın son günlerinde kaçmaya çalışırken İtalyan direnişine mensup partizanlar tarafından öldürüldü. Ertesi gün Mussolini'nin, sevgilisinin ve birkaç yandaşının cesedi Milano'da Loreto Meydanı'nda başaşağı sallandırıldı.

Savaş öncesinde ve savaş boyunca içinde bulunduğu durumu, Nazım Hikmet, taranta babu'ya mektuplar isimli eserinde oldukça başarılı bir şekilde işlemiştir:


 Siyasi hayatı

Çökmüş ekonomi ve siyasi kargaşa içindeki İtalya’da Mussolini çeşitli sağcı grupları kurduğu Ulusal Faşist Parti'yi bünyesinde topladı. "Il Duce" unvanını kullanan Mussolini, ülkenin problemlerini çözeceğini vaat ediyor ve eski Roma İmparatorluğu'nun ihtişamlı günlerine geri dönüleceğine söz veriyordu. Partinin yarı askeri milis kuvveti olarak kurulan Kara Gömlekliler örgütü ise ekonomik durumun kargaşasında faydalanarak büyük bir sıçrama yapan komünist gruplarla, grevci işçilerle çatışıyordu.
Mussolini, Ekim 1922'de Kral III. Vittorio Emanuele'yi yönetimi Faşist Parti'ye devretmesi için tehdit etti; aksi takdirde 26.000 taraftarı ile Roma'ya yürüyecekti. Faşist Parti 1921 yılında çok düşük bir oy almıştı ancak 1922'de ise Mussolini'yi destekleyenlerin sayısı kat kat artmıştı. Komünist hareketin de önüne geçmek isteyen kral bu teklifi kabul etti. Böylelikle 31 Ekim 1922 tarihinde Mussolini İtalya başbakanı oldu. Ve bu yürüyüş yıllar sonra Üçüncü Reich'ı ilan edecek olan Adolf Hitler'in de ilham kaynağı oldu.
17 Ocak 2013 Perşembe

Şener Şen ve Eserleri


Şener Şen (1941 - .... )

26.12.1941 yılında Adana'da doğan sanatçı, aktör Ali Şen'in oğludur. Sanat hayatına tiyatro oyunculuğuyla başlamış ve sinemaya kompozisyon rolleriyle geçmiştir. "Şalvar davası" adlı filmiyle de başrole çıktı. 1958'de Yeşil Sahne'de amatör olarak tiyatro oyunculuğuna başladı. 1964-1966 yılları arasında Doğu Anadolu'nun köylerinde ilkokul öğretmenliği yaptı. 1966'da İstanbul Belediye Şehir Tiyatrosu’na girdi. 1980-1982 yılları arasında tiyatro çalışmalarını Almanya'da sürdürdü. Uzun yıllar Kemal Sunal’lı, İlyas Salman’lı filmlerin ikinci adamıydı. İlk başrolü, geç bir tarihte Şalvar Davası 1983 ile geldi. Çeşitli yayın organları tarafından sinemada yılın oyuncusu seçildi.

Filmler
Altın prens devler ülkesinde 1971
Katerina 1972
Aşk mahkumu 1973
Bir demet menekşe 1973
Ayrı dünyalar 1974
Bak yeşil yeşil 1975
Bizim aile 1975
Hababam sınıfı sınıfta kaldı 1975 (ekrem) 
Aptal şampiyon 1975
Hababam sınıfı uyanıyor 1976 
Tosun paşa 1976 
Süt kardeşler 1976 
Hababam sınıfı tatilde 1977 (badi ekrem) 
Şabanoğlu şaban 1977 
Çöpçüler kralı 1977 
Gülen gözler 1977
Kibar feyzo 1978 (ağa) 
Sultan (Film) 1978 
Hababam sınıfı dokuz doğuruyor 1978 
Neşeli günler 1978
Erkek güzeli sefil bilo 1979
N'olacak şimdi 1979 (şakir)
Banker bilo 1980 (banker yakup) 
Gırgıriyede şenlik var 1981 
Davaro 1981 (sülo) 
Adile teyze 1982
Çiçek abbas 1982 
Dolap beygiri 1982 (yakup) 
Gırgıriyede cümbüş var 1983 
Şekerpare 1983 
Şalvar davası 1983 
Gırgıriyede büyük seçim 1984 
Namuslu 1985 (ali rıza) 
Züğürt ağa 1985 
Aşık oldum 1985
Çıplak vatandaş 1985 (ibrahim) 
Milyarder 1986 (mesut) 
Değirmen 1986
Muhsin bey 1987 (muhsin bey)
Selamsız bandosu 1987
Zengin mutfağı 1988 (lütfü usta)
Arabesk 1988 (şener)
Aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni 1990
Gölge oyunu 1992 (abidin)
Amerikalı 1993 (şerefli türk) 
Eşkıya (Film) 1996 (baran) 
Kabadayı( bir baş yapıt)
Ödülleri
15. Antalya Film Şenliği, 1978, Çöpçüler Kralı, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
24. Antalya Film Şenliği, 1987, Muhsin Bey, En İyi Erkek Oyuncu
42. Antalya Film Şenliği, 2005, Gönül Yarası, En İyi Erkek Oyuncu



Kaynak: http://www.msxlas
14 Ocak 2013 Pazartesi

Lefter kimdir.?



              Lefter  Küçükandonyadis 

  22 Aralık 1925’te İstanbul’da doğdu ve futbol hayatına Taksim’de başladı. Fenerbahçe’de 1942 yılında oynamaya başlayan Lefter, İstanbul Profesyonel Ligi’nde 2, Dünya Şampiyona’sında ise 3 kere şampiyonluk  yaşadı. 50 kez milli formayı giyen ilk futbolcu olan lefter takıma 8 kez kaptanlık yaptı.

  Lefter ve Alex... 

Fenerbahçe formasıyla 615 maçta, 423 gol atan Lefter, Türk Milli Takımı formasıyla ise, 50 maçta 22 gol kaydetti.3 Ekim 1951’de  17 bin 500 liralık transfer ücretiyle İtalya’nın Fiorentina takımına transfer oldu. 1951 – 1953 seneleri arasında, Fiorentina ve Fransa’nın birçok takımında forma giyen Lefter, dönüşünde tekrar Fenerbahçe’de oynadı. Fenerbahçe’de 1953-1954 sezonunda gol kralı oldu.1954 Dünya Kupası’ndaki, Türkiye - Güney Kore maçında, 30 metreden çektiği şutla, 90’dan gol kaydeden Lefter, bu golüyle, futbolseverlerin hafızalarına kazındı. Futbol Federasyonu’nun "Altın Şeref Madalyası"nı alan ilk futbolcu olarak tarihe geçti.

1963’de, futbolu bıraktıktan sonra, Yunanistan’ın Egaleo ve Güney Afrika’nın Johannesburg takımlarında, futbolcu ve antrenör olarak yer aldı. Daha sonra Samsunspor, Orduspor, Mersin İdmanyurdu ve Boluspor’da teknik direktörlük yaptı.3 Haziran 1964’de, Fenerbahçe - Beşiktaş arasında oynanan jübile maçıyla, futbola veda eden, Lefter Küçükandonyadis, futbol hayatının sonunda, adına jübile düzenlenen ilk futbolcudur.

1966 yılında, Mersin İdman Yurdu Teknik Direktörlüğü yaptığı dönemde, bir taraftar tarafından iki yerinden bıçaklanan Lefter, bu saldırıdan şans eseri ağır yaralanmadan kurtuldu.

2002’de, yürüme sıkıntısı nedeniyle, Florance Nightingale Hastanesi’ne kaldırılan ünlü futbolcu, daha sonra tamamen iyileşmişti. Son zamanlarda hastanede tedavi gören Lefter, hayatını kaybetti.

futbol kariyeri

Büyükada'da başladı. Taksim Spor Kulübü'nde yetişti. Taksim Kulübü yöneticileri kendisine lisans çıkartabilmek için 1941'de mahkeme kararıyla yaşını büyüttüler. Ancak bu sayede takımda oynayabildi. 2 yıl Taksim takımında yer aldı.[3] 1943'te askere gitti, 4 yıl süren askerlikten sonra 1947'de İstanbul'a döndü, Fenerbahçe kulübüne girdi. 1964'e kadar Fenerbahçe forması altında top koşturdu. İstanbul Ligi 1953-54 sezonunda gol kralı oldu. Bu süre içinde 1 yıl İtalya'nın ACF Fiorentina ve 1 yıl da Fransa'nın OGC Nice takımında oynadı. Yurtdışında da başarılı futboluyla ün yaptı. Türk futbolunun efsaneleşen isimlerinden biri olarak tanındı. Golcülüğünden ötürü Ver Lefter'e, yaz deftere! sloganı onun için çıktı. Futboldaki ustalığından ötürü Ordinaryüs sıfatıyla anıldı.
12 Ocak 2013 Cumartesi

Turgut Özal kimdir.?

Turgut Özal

Turgut Özal (13 Ekim 1927, Malatya - 17 Nisan 1993), Türkiye Cumhuriyeti'nin 45. ve 46. dönem hükümetlerinde başbakanlık yapmış ve ardından 8. Cumhurbaşkanıseçilerek, görevi başında hayatını kaybetmiş olan siyasetçi ve devlet adamıdır.Hayatı ve kariyeri 

Babası Mehmed Sıddık banka memurluğu yaparken, annesi Hafize Hanım ilkokul öğretmeniydi. Bir dönem sonra Silifke'ye taşındıktan sonra, pilot olmayı isteyen Özal eşeğin üzerinden düşerek kolundan sakatlanınca bir kolu biraz daha kısa kalmış ve pilotluk hevesi de böylelikle sona ermiştir.

Eğitimi  

4 yaşındayken Bilecik'in Söğüt ilçesine taşınan Özal, ilk öğrenim hayatına burada başladı. Babasının görevi nedeniyle sık sık il değiştiren Özal, orta okulu Mardin'de bitirir. Mardin'de lise olmaması nedeniyle, Konya Lisesi'nde eğitimine devam eden Turgut Özal bu dönem içerisinde kardeşi Korkut Özal da o'na eşlik etmiştir. Son olarak Kayseri Lisesi'nde lise eğitimini bitiren Özal, İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliğini burs alarak kazanır. 1950 yılında mezun olur.

Aile Hayatı

Turgut Özal, 1952 yılına kadar kısa süreli bir evlilik yaşar. Bu evlilikten sonra çalıştığı kurum Elektrik İşletmesi Etüd İdaresi'nde daktilocu olarak görev yapan Semra Özal ile evlenerek Ahmet, Zeynep ve Efe adlı üç çocuk sahibi olurlar.

Kariyeri

Evlendikten sonra, Amerika'da ihtisas yapmaya giden Özal ekonomi branşında eğitim alır.
Geri döndüğünde EİEİ Genel Müdür Yardımcısı (ya da Genel Direktör Teknik Müşaviri; kayıtlar arasında ikilem mevcut) olur ve Türkiye'de elektrifikasyon üzerine projelerde çalışır.
1958 yılında Planlama Komisyonu'nda sekreterya görevini yaptıktan sonra 1959Devlet Su İşleri Genel Müdürü 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de, bu dönem içerisinde yedek subay öğrencisi olarak aynı kurumda çalışır. ANAP kayıtlarına göz gezdirecek olursak, Özal'ın ona komutanlık ve öğretmenlik yaptığını görebiliriz. Askerliği sonrasında Devlet Planlama Teşkilatı'nın kuruluşunda çalışan Özal, 1965 seçimlerinden sonra Süleyman Demirel'in danışmanı olarak görev yapar. 1967 yılında DPT Müsteşarı olan, 12 Mart 1971 darbesinden sonra 1973 yılına kadar Dünya Bankası Sanayi Dairesi'nde danışman olarak çalışan Özal yurda döndükten sonra başta Sabancı Holding olmak üzere birçok sektördeki, birçok şirket için yönetici olarak çalışır. (Sabancı Holding'deki görevinin Genel Koordinatörlük olduğu ileri sürülmektedir) yılında Ankara Ordanat Okulu'nda yedek subay olur. Dönemin 
12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, IMF politikalarını uygulamak amacıyla Bülend Ulusu Hükümeti'nde ekonomiden sorumlu Başbakan yardımcılığı görevine getirilir. Bu göreve getirildikten 22 ay sonra, 14 Temmuz 1982 yılında istifa eder.

Siyasi Hayatı


7 Kasım 1983


20 Mayıs 1983'de Anavatan Partisi'ni kuran Özal 6 Kasım 1983'deki seçimlerde 400 kişiden oluşan parlamentoda 211 milletvekili çıkararak iktidar ve 45. Dönem Başbakanı olur. 1984 yerel seçimlerinde tekrar iktidar olan Özal, 13 Nisan 1985'de yapılan ilk kongrede tekrar genel başkanlığa seçilir.
1987 yılında yapılan genel seçimlerde, 292 milletvekili çıkartarak tekrar çoğunluğu sağlar ve 46. Dönem Başbakanı olur. (Her ne kadar Anavatan Partisi'nin resmi web sitesi 47. Dönem başkanı oldu dese de. 47. Dönem başbakanımız, hakkındaki fıkralarıyla ünlü, Yıldırım Akbulut'tur.)
18 Haziran 1988'de Anavatan Partisi 2. Olağan Kongresi sırasında Kartal DemirağKartal Demirağ'ı cumhurbaşkanlığı döneminde affetti. tarafından suikast girişiminde bulunulan Özal, önce ölüm cezasına çarptırılan, ardından cezası 20 yıla indirilen 


31 Ekim 1989'da Anavatan Partisi'nin meclis çoğunluğuyla 8. Cumhurbaşkanı seçilen Turgut Özal 9 Kasım 1989 tarihinde resmi olarak görevine başladı. 17 Nisan 1993Adnan Menderes anıtının karşısında İstanbul'da özel bir anıtta toprağa verilmiştir. Otopsi yapılmadan defnedilmesi Özal'ın ölümünde karanlık noktalar olduğu şüphelerini uyandırmaktadır. [kaynak belirtilmeli] tarihinde koşu bandındayken kalp krizi geçirdiği öne sürülen Turgut Özal, otopsisi yapılmadan 

Ölümü ve Cenazesi

18 Nisan 1993


Turgut Özal'ın ölüm tarihi, Süleyman Demirel'in 21 Ekim seçimlerinde "500 günde herkese 2 anahtar" (biri ev, biri araba için) vaadiyle iktidara gelmesinden 533 gün sonra gerçekleşmiştir. Bu vesile ile günümüzde hala devam eden bir komplo Teorisine konu olmuştur, bu diyalogların ana sebebi de hanımı Semra Özal'ın günümüzde halen devam eden açıklamalarıdır.
Turgut Özal'ın cenazesine Türkiye'nin dört bir yanından yüzbinlerce kişi akın etmiş, televizyonlardan canlı yayımlanmış; ülkede bayraklar yarıya indirilmiştir. Dönemin Amerika Birleşik Devletleri Başkanı, Turgut Özal ile de yakın dost olan George H. W. Bush da, mevlidine katılmış ve gözyaşlarını tutamamıştır..


Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/siyaset-tr/10246-turgut-ozal.html#ixzz2HlTrYWef
4 Ocak 2013 Cuma

Alparslan kimdir?




Alparslan selçuklu sultanı
Alparslan 
Alparslan 

  Türk  tarihinin, en büyük kahramanlarından.  Horasan valisi Çağrı Beyin oğludur.  1029’da doğdu. İyi  tahsil gördü, sayısız zafer kazanarak mertliği ve iyi kumandanlığı ile ün saldı. Babasının ölümünden sonra Horasan valisi oldu. Amcası Tuğrul Bey, 4 Eylül 1063’te öldüğü zaman vasiyeti üzerine Selçuklu tahtına Alparslan’ın ağabeyi Süleyman getirildi, fakat Türk beyleri buna itirazda bulundular ve Alparslan’ı hükümdar tanıdılar.

Alparslan

27 Nisan 1064’te büyük bir törenle tahta çıktı. Amcasının vezirliğini yapan ve Süleyman’ın tahta çıkmasını isteyen Amidülmülk Kündiri’yi azledip, büyük bir devlet adamı olarak tarihe adı geçen Nizamülmülk’ü vezir tayin etti. Başına buyruk beylerle mücadeleye girişen Alparslan, hepsini bir bayrak altına toplamayı başardı. Böylece Selçuklu Devleti kuvvetlendi.

1064 yılının sonuna doğru Alparslan, Bizans İmparatorluğu’nun üzerine yürüdü. Gürcistan’ı zaptetti. İsyan eden kardeşi Kavurd’u itaate zorladı. 1065’te Amuderya ırmağını geçti, o bölgedeki hükümdarla anlaştı. Alparslan’ın beyleri, Anadolu’da akınlar yapıp sayısız zafer kazandılar. Selçuklu Sultanının gittikçe kuvvetlenmesi Bizans İmparatorluğu’nu telaşlandırdı. İmparator Romanos Diyojenes ordusunu toplayıp sefere çıktı. Palu’ya geldiğinde Malatya’da bıraktığı ordusunun Türkler tarafından perişan edildiği haberini aldı. Geri dönmeye mecbur kaldı.
1070 yılında Alparslan , Horasan ve Irak ordularının başında Azerbaycan’a girdi, sınırdaki kaleleri fethetti. Van gölünün kuzeyinden geçerek Malazgirt önüne vardı, kale teslim oldu. Diyarbekir'den Elcezire’ye girdi, Urfa’yı kuşattı. Mısır’da birbirleriyle mücadele eden Fatımi komutanları,

Alparslan’ı Mısır’ı almaya teşvik ediyorlardı. 1071 yılında Selçuklu ordusu Halep’te toplandı.


Mısır Seferine çıktığını öğrenen Bizans İmparatoru Diyojenes son bir hamle yapmayı düşündü. Azerbaycan’a kadar giderek Türk kalelerini zapta ve Türkleri Anadolu’dan atmaya karar verdi. Rumeli’de yaşayan Peçenek ve Oğuz Türklerini de ordusuna kattı. 13 Mart 1071’de 200.000 kişilik Bizans ordusu İstanbul’dan yola çıktı. İmparator, halkına büyük zaferle dönmeyi vad etmişti. Diyojenes ve ordusu yol boyunca katliam yaparak Erzurum yoluyla Malazgirt’e ulaştı. Haleb’i teslim aldığı sırada Bizans ordusunun gelmekte olduğunu öğrenen Alparslan , Mısır Seferinden vazgeçip kuzeye doğru yola çıktı. Bizans ordusunun harekatını günü gününe haber alarak, vaziyetini ona göre ayarladı. Musul, Rakka, Urfa yoluyla Diyarbekir ve Bitlis’e ulaştı. Ordusundan on bin kişilik bir kuvvet ayırıp Ahlat’a gönderdi. Bizans kuvvetleri ile ilk çarpışma Ahlat’ta oldu. Bizanslılar bozuldu. Buna iyice kızan imparator, Malazgirt Kalesine hücum edip, içerde yaşayan kadın-çocuk, ihtiyar ne varsa hepsini öldürdü. Malazgirt’e doğru devamlı yol alan Alparslan 24 Ağustos günü Malazgirt’in doğusundaki Rahva Ovasına ulaştı. Ahlat’a gönderilen kuvvetlerin gelmesi ile kısa bir zamanda karşısına çıkmasına şaşıran Bizans İmparatoru da, ordusunu Rahva Ovasının öbür tarafında düzene koydu. Anlaşma tekliflerinin reddetilmesi üzerine savaş hazırlıkları başladı.

26 Ağustos Cuma günü askerlerini toplayan Alparslan atından inerek secdeye vardı ve; “Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor; azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir; bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!” diye dua etti. Sonra atına binerek askerlerine döndü ve; “Ey askerlerim! Eğer şehid olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Benden sonra Melikşah’ı tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak istikbal bizimdir.”Bu sözler orduyu coşturdu. Büyük şevkle ileri atıldılar. Alparslan son derece kurnazca bir harp taktiği planlamıştı. Hilal şeklinde yaydığı ordusuyla akşama kadar Malazgirt meydanında dövüştü. Şaşkına dönen Bizans ordusu, hilalin içine düştü. 200.000 kişilik koca ordu perişan oldu. İmparator esir edildi.

Sultan Alparslan savaştan sonra huzuruna getirilen imparatoru, hiç ümid etmediği şekilde affetti. Bizans imparatorunun harp tazminatı ödemesi, her yıl haraç ve ihtiyac halinde Selçuklu ordusuna asker göndermesi karşılığında barış andlaşması yapıldı. Fakat Diyojenes, İstanbul’a geri dönerken, Bizas tahtının el değiştirmesi, andlaşmayı geçersiz kıldı. Alparslan da, Selçuklu şehzadelerini Anadolu’yu fetihle görevlendirdi. Türkler, kısa zamanda Anadolu’ya hakim oldular.

Sultan Alparslan , Malazgirt zaferinden sonra 1072 senesinde çok sayıda atlı ile Maveraünnehr’e doğru sefere çıktı. Türkleri bir bayrak altında toplamak istiyordu. Ordunun başında Buhara’ya yaklaştı. Amuderya nehri üzerinde bulunan Hana kalesini muhasara etti. Kale komutanı, batıni sapık fırkasına mensup Yusuf el-Harezmi, kalenin fazla dayanamayacağını anladı ve teslim olacağını bildirdi. Hain Yusuf, Alparslan ’ın huzuruna çıkarıldığı sırada Sultan’a hücum edip, hançer ile yaraladı. Yusuf’u derhal öldürdüler. Fakat Sultan Alparslan da aldığı yaralardan kurtulamadı. Dördüncü günü, 25 Ekim 1072 tarihinde; “Her ne zaman düşman üzerine azmetsem, Allahü tealaya sığınır, O’ndan yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda, askerimin çokluğundan, ordumun büyüklüğünden bana, ayağımın altındaki dağ sallanıyor gibi geldi. “Ben, dünyanın hükümdarıyım. Bana kim galip gelebilir?” diye bir düşünce kalbime geldi. İşte bunun neticesi olarak, cenab-ı Hak, aciz bir kulu ile beni cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allahü tealadan af diliyor, tövbe ediyorum. La ilahe illallah Muhammedün resulullah!...” diyerek şehid oldu. Tahran yakınlarındaki Rey şehrine defnedildi. Yerine oğlu Melikşah geçti.
Sultan Alparslan saltanatı müddetince İslam dinine hizmet etti. İslamiyet’i içten yıkmaya çalışan gizli düşmanlara ve batıni, şii hareketlerine karşı çok hassastı. Hatta bir defasında; “Kaç defa söyledim. Biz, bu ülkeleri Allahü tealanın izniyle silah kuvveti ile aldık. Temiz müslümanlarız, bid’at nedir bilmeyiz. Bu sebepledir ki, Allahü teala, halis Türkleri aziz kıldı.” demişti.

Alparslan,

büyük tarihi zaferlerinin yanısıra, medreseler kurmak, ilim adamlarına ve talebeye vakıf geliri ile maaşlar tahsis etmek, imar ve sulama te’sisleri vücuda getirmek suretiyle de hizmetler yaptı. İmam-ı a’zam’ın türbesini, Harezm Camii’ni ve Şadyah kalesi gibi pek çok eser inşa ettirdi. Zamanında; İmam-ı Gazali, İmam-ül-Haremeyn Cüveyni, Ebu İshak eş-Şirazi, Abdülkerim Kuşeyri, İmam-ı Serahsi gibi büyük alimler yetişmişti

Kılıçarslan Anadolu Selçuklu Sultanl





Kılıçarslan  
Kılıçarslan 


Anadolu Selçuklu Sultanlığı’nın kurucularından olup; Haçlı ordularına karşı Anadolu’yu ve hatta bütün İslam alemini müdafaa eden bir Türk hükümdarıdır.


 Vatan topraklarının nasıl müdafaa edilmesi lazım geldiğini, bu uğurda yaptığı kanlı mücadelelerle bütün insanlığa ispat etmişti. 

Kılıçarslan olmamış olsaydı, belki bugün Anadolu’da bir Türk hakimiyeti yerine bir Latin devleti mevcut bulunacaktı.Anadolu kıtası; 26 Ağustos 1071 yılında Alpaslan’ın Bizanslılarla yaptığı  ile fethedilmişti. Bu fetih üzerine Horasan ellerinde bulunan birçok Oğuz Türkmen oymMalazgirt Meydan Savaşıakları, Anadolu’nun çeşitli yerlerine yerleşmişlerdi. 

Anadolu’nun kuzey bölgesinde Oğuzların Bozok kabileleri, güney bölgesinde de Üçok kabileleri yurt tutmuştu. Büyük kütleler ise Orta Anadolu’yu doldurmuştu.


 Bunların çoğu Kınık kabileleri idi. İlk etapta Anadolu’ya bir milyon Türkmen gelmişti. Bunların bir kısmı hayvan sürülerine sahip olduklarından Yörük kaldılar. Bir kısmı da toprağa yerleşerek çiftçi oldular. Ancak, Anadolu’nun Marmara kıyıları henüz Bizanslıların elinde bulunuyordu. Marmara havzasının fetihlerine Kutulmuş oğlu Süleyman ile kardeşi Mansur gönderilmişti. 

Bu iki kardeş, Anadolu’nun fetih olunmamış kısımlarını Türk topraklarına katarak Anadolu Selçuklu Sultanlığı devletini kurdular. Fakat bu iki kardeş birbiriyle uğraşmaya başladılar. Bunun üzerine büyük Selçuklu Hakanı Melikşah, Mansur’un üzerine Porsuk Bey ve kuvvetlerini gönderdi. 1077 tarihinde Mansur mağlup edilerek öldürüldü. Melik Şah, Anadolu’nun idaresini Sultan unvanıyla Kutulmuş oğlu Süleyman’a bıraktı. İşte, bu şekilde Anadolu Selçuklu Sultanlığını kuran Aslan’ın torunu Kutulmuş oğlu Süleyman oldu. Anadolu’da bu devlet 1077 yılında kuruldu. Anadolu Selçuklularından on yedi hükümdar gelmişti. 
Kutulmuşoğlu, Konya şehrini merkez yaparak Bizanslılarla savaşlara girişti. İznik şehrini fethettikten sonra burayı merkez yaptı. Bir müddet sonra Antakya’yı da fethetti. O zaman Melikşah’ın kardeşi Tutuş ile harbe girişerek yenildi. Bu olay onu olumsuz olarak çok etkiledi ve sonunda intihar etti. 

Kutulmuşoğlu Süleyman’ın ölümü ile Anadolu’da karışıklıklar baş gösterdi. Beyler her tarafta bağımsızlıklarını ilan ettiler. Süleyman’ın oğlu Kılıçarslan, Büyük Selçuklu İmparatoru tarafından hapse atılmıştı. 

Anadolu’nun karışıklığını ancak Kılıçarslan düzene koyabilirdi. Dört yıl sonra Kılıçarslan, Melikşah tarafından Konya’ya gönderildi. Kılıçarslan babası zamanından kalan büyük kumandanları başına topladı. İznik şehrini tekrar zaptederek burayı kendisine merkez yaptı. Bundan sonra bağımsızlık hevesinde bulunan bütün beyleri ortadan kaldırdı. Bu suretle babasının elde ettiği bütün toprakları tekrar ele geçirdi. Bir donanma yaparak Çanakkale Boğazı önlerindeki adaları birer birer fethetti. 

Kılıçarslan çok yiğit, aynı zamanda pek cesur bir hükümdardı. Anadolu’nun birliğini kurmaya muvaffak oldu. Bu sebeple şöhret ve namı her tarafa yayıldı. Kılıçarslan’ın en büyük amacı Bizanslıların elinden İstanbul’u almaktı. Bu amacına ulaşmak için Marmara kıyılarında bir tersane kurup çok sayıda harp gemileri yaptırdı. Türklerin bu hazırlığını gören Bizanslılar telaşa düştüler. 
O zamanlar Bizans tahtında Yedinci Mihal Dükas bulunuyordu. Türklerin kara ve deniz kuvvetleriyle başa çıkamayacağını anlayınca, Roma’da oturan Papa Yedinci Greguvar’a elçiler gönderdi. Papaya, batı devletlerinin yardımına muhtaç olduğunu bildirdi. Eğer bu yardım gelmezse, İstanbul Türklerin eline geçecek ve Doğu Roma İmparatorluğu tarihe karışacaktı. Papa, Ortodoksların Katolik kilisesine müracaatını kendi menfaatine uygun buldu. İleride bu iki kilisenin birleşeceğini düşündü. Bu sebeple Batı Avrupa devletlerinden 40,000 kişilik bir ordu toplanılarak İstanbul’a gönderilmesi için çok çalıştı. Fakat muvaffak olamadı.

Bizans’ı korku sardığı sıralarda, Kılıçarslan durmadan donanma yaptırıyor; bir an öne İstanbul’u Türk topraklarına katmayı arzu ediyordu. O devirde Avrupa’da dinî taassup çok şiddetli idi. Papazların halk üzerinde büyük tesirleri vardı. Bütün papazlar, Hazret-i İsa’nın doğduğu mukaddes Kudüs şehrini İslamların elinden kurtarmak için halkı haçlı seferine teşvik ediyorlardı. Bilhassa Fransa’da kurulmuş olan Kloni tarikatının halk üzerinde etkisi büyüktü. 
1095 tarihinde Fransa’nın Klermon şehrinde Papa İkinci Urban, ruhanî bir meclis topladı. Bu meclise on dört başpiskopos, iki yüz elli piskopos, dört yüzden fazla papaz katıldı. Ayrıca birçok da şövalye bulundu. Bu ruhanî meclis, Kudüs’ün İslamlardan alınmasına karar verdi. Bu işe ön ayak olan Piyer Lermit adında bir papazdı. Buna Yoksul Gotye adında bir şövalye de katıldı. Bunların teşvikiyle Avrupa’da büyük bir haçlı ordusu hazırlandı. Bu sel Anadolu’ya akmak üzere idi. Bu seli Kılıçarslan nasıl durdurabilecekti? 
Haçlı ordusunun sayısı altı yüz bin kişi idi. Haçlı ordusu muhtelif Hıristiyan milletlerinden kurulmuş olup, içinde ihtiyarlar, gençler ve kadınlar da bulunuyordu. Hepsi göğüslerine birer kırmızı Haç takmışlardı. Bu haçlı ordusunun önünde eski Cermen efsanelerinde mukaddes sayılan bir Keçi ile bir de Kaz bulunuyordu. Bu insan seli Batı Avrupa’dan yaya olarak Bizans’a geldi. Bizans imparatoru bu kalabalıktan ürkerek bunların hepsini Anadolu yakasına geçirtti. 
Kılıçarslan, Anadolu’ya çıkan bu korkunç afet karşısında soğukkanlılığını muhafaza etti. Neye mal olursa olsun, bu müstevli kuvvetlere karşı Türkün öz yurdu olan Anadolu’yu müdafaa etmeğe ant içti. Kılıçarslan, bu büyük kuvvetlere karşı bir gerilla harbi yapmaya karar verdi. Türk kuvvetlerini muhtelif çetelere ayırdı. Şehirlerde bulunan halkı dağlara ve yaylalara çıkarttı. 
Ambarlarda ne kadar zahire varsa yaktı ve suları da zehirletti. Selçuk askerleri baskın halinde grup grup haçlıların üzerine atılarak ilk çıkan kafileyi bir anda imha etti. Fakat arkadan daha büyük kuvvetler Anadolu’ya çıktılar. Kılıçarslan o büyük kuvvetleri de Eskişehir ovasında yıprattı. Bundan sonra kuvvetleriyle Çorum’a çekildi. Bu durum karşısında bütün Anadolu Türkleri top yekün silaha sarıldı. Saadetini yıkanlarla kanlı mücadelelere girişti. Bu tarihte eşine az rastlanır bir vatan müdafaası idi. Askerî kıtalar her tarafta bir şimşek gibi çakıyorlar; düşmanın yurt tutmasına imkan bırakmıyorlardı. Anadolu şehir ve kasabalarında büyük bir yangın vardı. 
Bu kıyametin içine girenler de şaşırıp kaldılar. Bunlar nasıl bir millet! Vatanlarını canla başla ne şekilde müdafaa ettiklerini görüp öğrendiler. Nihayet haçlılar kırıla kırıla bir geçit bularak Kudüs’e gidip bir Latin Krallığı kurdular. Fakat güzel Anadolu’da yerleşemediler. Çünkü buranın bekçileri yüksek vatansever ve kahraman Türklerdi. Kumandanları da Kılıçarslan gibi cesur bir yiğitti. 
Türkler bu şekilde Anadolu için kan döktüler. Bu sebeple Anadolu toprakları Türkün kanıyla yoğrulmuş bir ana vatandır. Kılıçarslan’ın haçlılara karşı kazandığı zaferler onun adını Türk tarihinde ebediyen yaşatmaya kafi gelmiştir. Onun hayatı büyük destandır. Tarih onun (Ebulgazi) unvanını vermişti. 
Sekiz buçuk ay süren bu kanlı mücadeleden sonra Birinci Kılıçarslan Konya Sarayına yerleşti. Bir sabah sarayından çıkıp bir meydanda toplanmış binlerce esirin arasından geçerken bir ses yükseldi. 
-Bizler ne olacağız? 
Kılıçarslan sesin geldiği tarafa baktı. Bu sözü söyleyen genç ve güzel bir esir kızdı. Ona: 
-Kimsin, ne istiyorsun? Diye sordu. 
Esir kız: 
- Savaşta esir düşen Efon Ejyid’in kız kardeşi İzabella’yım. Bir an önce vatanıma dönmek istiyorum! Dedi. 
Kılıçarslan şöyle mukabele etti: 
-Biz Türkler, yurdumuzda oturanlara çıkıp gidin! demeyiz, ve yurdumda din ve adetiniz üzere hür yaşayabilirsiniz. Fakat arzu ettiğiniz gün de yurdunuza dönebilirsiniz. Ben vatan hasretini takdir edenlerdenim... 
Hiç beklemediği şekilde bir cevapla karşılaşan dilber Fransız kız, hem hayrette kaldı, hem de çok sevindi. Kılçarslan, yiğit olduğu kadar da yakışıklı bir Türk delikanlısı idi: bu esire Kılıçarslan’ın yüzüne dikkatli bakarak: 
-Sizi nerede ziyaret edip minnet ve şükranlarımı bildirebilirim? Diye sordu. 
-Her saat, nerede bulunursam! 
Meydana toplanmış olan bütün esirler Türk Hakanının bu yüksek kalpliliğine hayran kaldılar. Teşekkür makamında hepsi birden boyun kestiler. Kılıçarslan bütün esirlere harçlık verilmesini emretti. Eğlence yerlerine gitmelerine de izin verdi. Bir müddet sonra da bu haçlı ordusunun esirleri grup grup memleketlerine iade edildiler. Bu kanlı mücadeleden muzaffer çıkan Kılıçarslan sarayında eşi Sevindik Hatun ve çocukları Şehinşah ve Mesut adlı iki oğlu ve Aydın adındaki kızı ile mesut ve tatlı günler yaşadı. 

Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/siyaset-tr/44534-kilicarslan.html#ixzz2GzpUGxP7