Sait Nursi
bedüizzaman |
yakın geçmişimizde yetişmiş en büyük İslam âlimlerinden ve fikir adamlarındandır. 1926 da Bitlis vilayetine bağlı hizan ilçesi Nurs köyünde dünyaya geldi. 1960 da şanlı Urfa da hakkın rahmetine kavuşmuştur. Çocukluğunda çevresindeki medreselerde eğitim gördü. Kendisinde görülen harikulade zekâ ve hafıza sebebiyle önceleri molla Said-i meşhur diye tanındı. Daha sonra "zamanın harikası" anlamına gelen "Bediüzzaman" unvanıyla şöhret buldu.
Sait Nursi Nur Müellifi olma ve bu mübarek göreve layık görülüşünü gördüğü mübarek Rüyayla şöyle anlatıyor:
"Arafat dağı denilen meşhur Ağrı dağı'nın altındayım. Birden o dağ müthiş infilak etti. Dağlar gibi parçaları, dünyanın her tarafına dağıttı. Odehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim "ana korkma! Cenabı hakkın emridir; o Rahimdir ve Hâkimdir." Birden o halette iken baktım ki mühim bir zat bana amirane diyor ki:" İ'caz-ı Kur'anı beyan et."Uyandım anladım ki: Bir küçük infilak olacak. O infilak ve inkılap dan sonra Kur'an etrafındaki surlar yıkılacak. Doğrudan doğruya Kur'an kendini müdafaa edecek. Ve Kur'ana hücum edilecek, i'cazı onun çelik zırhı olacak. Ve şu i!cazın bir nev'ini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak ve namzet olduğumu anladım."
Talebelik yıllarında temel İslami ilimlerle ilgili 90 kitabı ezberledi. Kardeşi molla Abdülmecit hatıra defterinde şöyle der: "Kur'an-ı kerimi 15 gün zarfında hıfz etti. Kamus-ul Muhitten altmış satırlık bir sahifeyi bir defa okumakla ezberine alırdı."
Bediüzzaman Said Nursi, doğunun en acil problemi olarak gördüğü eğitim problemini çözmek için din ve eğitim bilimlerini birlikte okutabileceği ve Medrese tül Zehra ismini verdiği bir üniversite kurulmasını sağlamak için 1907 de İstanbul’a gelmiştir. Derin bilgisiyle kendisini bu çevreye de kısa sürede kabul ettirmiş çeşitli gazete ve dergilerde makaleler yayınlatmış, hürriyet ve meşrutiyet tartışmalarına katılarak hükümete destek vermiştir.
İstanbul’a gelen üstat ilk iş olarak kapısına "Her suale cevap verilir, soru sorulmaz." yazısını asmıştır. Bu hareketiyle zamanın önde gelen bilginlerin tepkisini çeken üstat, her biriyle ayrı ayrı bilgi yarışlarına girmiş hepsinde de muvaffak olmuştur. Hatta İstanbul’a gelen Japon başkomutanı Mareşal Nogi İslam diniyle ilgili kafasında bulunan birçok suale cevap bulmuştur. Üstad bu durumu şöyle ifade eder:
"...Hürriyetten evvel İstanbul’a geldim. O zaman Japonya’nın başkumandanı İslam ulemasından dini bazı sualler sormuştu. Onları İstanbul hocaları benden sordular. Hem çok şeyleri o münasebetle benden sordular." (Rıza Çöllü Hoca)
Dönemin hükümeti Sait Nursinin üniversite fikrine ilgi göstermemiştir. Hatta İstanbul’daki ilim adamlarının, talebelerin, medrese hocalarının ve siyasetçilerin ona olan ilgisinden rahatsız olmuşlar Bediüzzamanı önce akıl hastanesine daha sonra ise hapishaneye gönderilmesini sağlamışlardır.
Sait Nursi serbest bırakılmasından kısa süre sonra 23 Temmuz 1908 de II. Meşrutiyet ilan edilmiş. Bu dönemde Bediüzzaman meşrutiyet ve hürriyet kavramlarının İslamiyet’e aykırı olmadığını anlatmak için İstanbul da çeşitli yerlerde konuşmalar yapmış, Doğudaki aşiret reislerine Bediüzzaman imzasıyla telgraflar göndermiştir. Yayınladığı bu makaleler ve yaptığı konuşmalarda yatıştırıcı bir rol oynamasına rağmen 1909 da 31 Mart olayına karıştığı iddiasıyla haksız ithamlarla tutuklanıp idam talebiyle yargılanmıştır, ancak berat etmiştir.
I. dünya savaşı yıllarında doğu cephesinde gönüllü alay komutanı olarak hizmet etmiştir.
(İsparit Nahiyesinin Ermeni çetelerinin taarruza uğradığını duydu. Bunun üzerine kendi nahiyesi ve doğduğu yer olan Nurs köyüne giderek gönüllüleri ile ermeni fedailerini oradan kovdu. Fakat Ermenilerin kaçmayan kadın ve çocuklarını bir yerde toplayarak "şer an bunlara dokunmak caiz değildir" deyip halkı bunlara dokunmaktan men etti. Ve bunları bir yerde toplayarak ermeni fedailerine teslim etti.Ermeni fedaileri bediüzzamanın bu hareketinden çok memnun kalarak "Mademki Molla Sait bizim çocuklarımıza dokunmadı bizde bundan sonra çoluk çocuğa dokunmayacağız" diye haber gönderdiler.)
Savaş esnasında yaralanıp 2,5 yıl Rusya da esir kaldı.1917 deki Bolşevik ihtilali esnasındaki karışıklıktan faydalanıp esaretten kurtuldu. Dönüşte genelkurmayın kontenjanından Osmanlının en üst düzey dini danışma merkezi olan Dar-ül Hikmet-il İslami’ye de görev yaptı.
İstanbul’a dönen üstad burada devlet büyükleri tarafından büyük bir ilgiyle karşılanmıştır. Bediüzzaman Dar-ül hikmet-i İslamiye (İslam akademisi) azalığına tayin edildikten sonra buradan aldığı maaşla kendi kitaplarını bastırmıştır. Bastırdığı bu kitapları ücretsiz olarak dağıtmıştır. İngilizlerin İstanbul’u işgali yıllarında onların aleyhinde Hutuvattı sitte adıyla bir risale neşretmiştir. Bu hareketi İngiliz işgal kuvvet komutanının emriyle ölü ya da diri ele geçirilmek üzere aranmasına neden olmuştur. Milli mücadeleyi savunmuş ve destek olmuştur. Bu hareketi Anadolu’da kurulan Millet Meclisinin beğenisini kazanmış ve Ankara’ya davet edilmesini sağlamıştır. Ankaraya geldiğinde devlet merasimiyle karşılanan Üstad kendisine yapılan Şark umumi vaizliği, milletvekilliği ve Diyanet işleri başkanlığı tekliflerini reddetmişti.
Jandarma Hasan ergen anlatıyor:
Afyon hapishanesinde üstada şöyle sordum:
"Hocam affedersiniz, sizi ne için hapsediyorlar?"
Üstad aynen şöyle dedi:
"Zaferden sonra Mustafa Kemal bana milletvekilliği, şark umum vaizliği, bir köşk ve bir çiftlik vermek istedi. Ben kabul etmedim. Ben ALLAH için Ruslara karşı silahla, İngilizlere karşı kitapla savaştım. Ben çiftlik almak için değil ALLAH için yaptım dedim. Daha sonra Mustafa Kemal bana "ben bazı yenilikler yapacağım, size ihtiyacım var, içki içmek, açık gezmek gibi konuları hafifleteceğim" dedi. Bende kendisine : "Kurana dokunma. İslamiyet’e ilişme... Fen ve sanata dair yenilikler yap" dedim. Bunun üzerine M. Kemal hiddetlendi ve bana: " Hayatın sonuna kadar sürgün yaşayacaksın" dedi. Diyor...
Siyasetten elini eteğini çeken Üstad devletten kendisine bir hayır gelmeyeceğini anlıyor ve doğuya geri dönüyor. Siyasetle ilgili olan bu döneme de eski Sait dönemi diyerek nokta koyuyor.
Said Nursi 1925 de Şeyh Said isyanı çıktığında olayla hiçbir ilgisi olmadığı halde Van da inzivaya çekildi yerden alınarak Burdura oradan da Isparta’nın barla ilçesine sürgüne götürülmüştür. Bediüzzaman risalelerin büyük bölümünü burada neşretmiştir.
Nur risalelerini önlerindeki en büyük engel olarak gören çevreler 1934 yılında daha yakından kontrol edebilmek amacıyla Sait Nursinin Isparta’nın merkezine getirilmesini istemiştir.1935 yılında ise polisler burada da çalışmalarına devam eden Sait Nursini oturduğu evde arama yapmış ve bütün kitaplarına el koymuştur. Bediüzzaman emniyete götürülerek sorgulanmış ancak suç unsuru bir şeye rastlanmayınca serbest bırakılmıştır. Ancak birkaç gün sonra, yeni tutuklanmalarla birlikte Sait Nursi ve Risale-i nurlar hakkında soruşturmalar başlatılmış, Bediüzzaman ve 120 Nur talebesi askeri araçlarla Eskişehir Hapishanesine gönderilmiştir.
Bediüzzaman vatana ihanet iddiasıyla yargılandığı dava süresince tutuklu kalmıştır. Daha sonra ise Eski şehir ağır ceza mahkemesinin verdiği kararla Sait Nursiye 11 ay hapisle birlikte Kastamonu’da mecburi ikamet 15 talebesine de altışar ay hapis cezası verilmiştir.
Necip fazıl Bediüzzamanın bu esaretini "Son devrin din mazlumları" adlı kitabında şöyle ifade eder: Baskında Bediüzzaman ve talebelerine ait her şey ele geçtiği halde ortada itham medarı olabilecek hiçbir şey yoktur. Böyleyken kendisini berat etmiyorlar da idamlık bir ithamın teselli mükâfatı halinde 15 talebesiyle birlikte hapse mahkûm kılıyorlar. 105 talebede berat kararı alıyor."
" Mehmet kırkıncı anlatıyor: Üstat ziyareti için Isparta’ya gittiğimizde Rüştü Çakın Ağabey bizzat bana anlatmıştı: "Biz Eskişehir hapsi hadisesinde mahkemeye çıkarılmıştık. Üstadımız en önde tek olarak oturmuşlardı. Bizlerde onun arkasında sıralara dizilmiştik. Savcı bizim idamımızı talep eden iddianameyi okuyordu. Hepimizi bir korku bir telaş sarmıştı, fakat Üstadımız cübbesinin eteği üstünde tespihin ipini kırmış yeniden onu ipe dizmekle meşgul. Onun sanki hiç bir şey yokmuş gibi savcının laflarına beş para ehemmiyet vermeyen Pervasızlık içerisindeki tavrını görünce bizlere de kuvve-i maneviye ve cesaret geldi."
Polis gözetimi altında mecburi ikamet için Kastamonu ya getirilen sait nursi, Isparta savcısından gelen talimat üzerine yeniden tutuklanmıştır. Ağır hasta olmasına rağmen önce anakaraya oradan da trenle Isparta ya getirilmiştir. Risale-i nur ilgili davaların denizlideki davayla birleşmesi üzerine ise denizliye sevk edilmiştir. Denizli hapsi tecrit altında başlamış çok zor şartlar altında geçen yeni hapishane dönemi ve yargılama Safalarında da Bediüzzaman risale-i nurun yazımına devam etmiştir. Mahkemede verilen berat kararına rağmen dönemin hükümeti Sait Nursinin Afyonun Emirdağ ilçesine zorunlu iskâna tabi tutulmasını emretmiştir.