7 Şubat 2013 Perşembe

Psikanaliz ve Sigmund Freud


                         Psikanaliz
Psikanaliz Sigmund Freud'un çalışmaları üzerine kurulmuş bir psikolojik kuramlar ve yöntemler  biçimidir. Bir psikoterapi tekniği olarak psikanaliz, hastaların zihinsel süreçlerinin bilinçdışı unsurları arasındaki bağlantıları ortaya çıkarmaya çalışır. Analistin amacı hastanın transferansın sorgulanmamış ya da bilinçdışı engellerinden, yani artık işe yaramayan ve özgürlüğü kısıtlayan eski ilişki kalıplarından, serbest kalmasına yardım etmektir. 


Çözümleyici ruhsal tedavilerin başında psikanaliz vardır. Bu yöntemin temeli, bastırılmış, bilinçdışına itilmiş dürtülerin, ruhsal güçlerin, karmaşaların bilinçli duruma getirilerek "benlik" tarafından kabul edilmesine, benimsenmesine dayanır. 

Bunu sağlamak için serbest çağrışım, rüyaların yorumlanması, dil sürçmeleri, unutulmuş ya da hatalı olarak kullanılmış sözcükler ve hareketlerden yararlanılarak hastaya geçmiş yaşantılarındaki duygulanım, coşku ve karmaşalar hatırlatılır.

Bu tür tedavinin temel ilkelerinden biri, hastayla tedavi yapan hekim arasında bir duygu alışverişinin doğması ve gelişmesidir. Bu duygu alışverişine transfer (aktarım) (transference) denir. Bütün ruhsal tedavilerde olduğu gibi, çözümleyici tedavilerde de bir sınır ve ölçü içinde hastayla hekim arasında duygu alışverişi gereklidir. Böylece hasta, hekim karşısında, çocukluk ve ilk gençlik döneminde annesi, babası ve çevresindeki yakınlarına beslediği duyguları ve coşkuları dile getiren bir davranış gösterebilir. Geçmişinde kendisini etkileyen kişiler karşısındaki duygularını hekime aktarır. Bunlar arasında ilgi, sevgi, saygı gibi olumlu duygular olabileceği gibi, kin, nefret, öfke gibi olumsuz duygular da bulunabilir.

Hekime karşı ortaya çıkan, hastanın bilinçdışı yaşantılarından kaynaklanan bu tür duyguların sürekli olması, "transfer nevrozu" denilen bir durumun doğmasına yol açar. Tedaviyi sürdüren hekimin görevi, bu durumu aşıp kendisinde odaklasan duygulardan yararlanarak hastaya kendi gerçeğini göstermek ve onu bilinçli kılmaktır. Kimi kez sözkonusu edilen transfer nevrozu aşılamaz. Böylece tedavinin sürdürülmesini engelleyen bir direnç (resistance) ortaya çıkar. Kimi kez de tedaviyi yürüten kişide hastaya karşı olumlu ya da olumsuz duyguların ağır bastığı "karşı transfer" oluşur. Her iki durumda da tedavinin kesilmesi ya da başka bir kişi tarafından sürdürülmesi düşünülmelidir.

Tedaviye yararlı sınır ve ölçü içinde gerçekleşen duygu alışverişi sürecinde, hasta geçmişteki nesnel ilişkilerini yeniden yaşar. Takıntılarını, bağlantılarını, bastırılmış duygu ve düşüncelerini, ruhsal karmaşaları nı, gerçeğe uymayan fantezilerini anlar. Çatışmalar karşısında düştün" kaygıyı, bunlardan kurtulmak için başvurduğu savunma düzenlerini ta nır. Ruhsal yakınmalarına neden olan olumsuz savunma düzenlerinden kurtulup olumlu savunma düzenlerini kullanmayı öğrenir. Böylece kendisini daha iyi değerlendirip ilişkilerini buna göre düzenler. Tek cümleyle, çözümleyici ruhsal tedavi kişiyi çocukluk dönemindeki duygusal takıntılardan kurtarıp olgunlaştırmayı amaçlar.

Bu tür tedavide kişiliğin gelişmesi, olgunlaşması, yeniden yapılanması amaçlandığından, yeterli benlik gücünün bulunması gereklidir. Böyle olmazsa, bastırılmış, duygu ve düşüncelerin bilinç alanına gelmesiyle hasta için yeni çatışma ve kaygı durumları ortaya çıkar. Bu nedenle şizofreni, mani-melankoli gibi ciddi ruh hastalıklarında, uzun süren depresyonlarda, bu tür tedavi hem hiçbir yarar sağlamaz, hem de hasta için çok zararlı sonuçlar doğurabilir.

Genel olarak kadınlar için 30-35, erkekler için 40-45 yaşından sonra yapılan çözümleyici ruhsal tedaviden de iyi sonuç almak olanaksızdır. Öte yandan bu tür bir tedavinin başlatılıp sürdürülmesi için hastanın zekâ düzeyinin, eğitim ve öğrenim durumunun, kültürünün de yeterli olması gereklidir.




0 yorum:

Yorum Gönder